3. BÖLÜM: "Kehanet"

Începe de la început
                                    

Çığlık atıp birinin boğazına yapışmamak için kendimi zor tutuyordum. "Sağır mısınız? Hiç biriniz beni duymuyor mu sahiden?" Kızıl saçlı kıza bakarken, çenemi sıktım. "Beni kandırdın!"

Omuz silkti. "Kanmaya müsaittin, güzelim. Bu topraklarda hiç kimsenin kimseye güvenmeyen hakkı yok, bilmiyor musun? Kaldı ki senin konumunda bir kızın."

Benim konumuda bir kız... Ne demek istemişti?

"Cidden," Bir şey fark etmiş gibi suratına şaşkın bir ifade oturttu kız. "Bu kadar kolay olacağını hiç tahmin etmemiştim." Bakışları liderin kendisine dönük olan sırtına odaklanırken, ifadesi ciddileşti. "Ne yapacağız kızı?"

Yabancı bana bakmıyordu. Toplasam bana baktığı zaman iki saniyeyi geçmemişti. Geniş ve yapılı omuzlarını geri ittirdi. Üzerindeki yarım kollu siyah gömleğin önü açıktı ve siyah kemik atletini gözler önüne seriyordu. Yere sağlam basan uzun bacaklarını dar bir siyah pantolon sarmalamıştı.

Başıyla siyah evi işaret etti. "İçeri götürün. Sesi çıkmasın."

Boşluğuma darbe almış gibi irkildim. Yorgun, halsiz, çamurlu ve aç halime aldırış etmeden iki adımla aramızdaki mesafeyi kapattım. "Öyle bir konuşurum ki, sesim kulaklarını sağır eder. Şimdi açsınlar kapıyı yoksa-"

"Yoksa?" Başını eğdiğinde beklemediğim yakınlığı beni afallattı. Yine de geri adım atmayacaktım. "Yavşak sevgiline şikayet mi edersin?"

Kaşlarımı sıkıp alnımı kırıştırdım. "A-anlamadım."

Omzunun üzerinden kızıl saçlı kıza baktı. "Mirel, kızı içeri al."

Topuğumu yere vurup, "Hayır!" diye bağırdım. "Hayır! Derdiniz ne bilmiyorum, ilgilenmiyorum. Burada lanet bir yanlış anlama var ve bunu anlamak zorundasınız!"

Yabancının parmakları çenesindeki sakallarını buldu, bakışları ise kızıl gökteydi. "Anlamadım, anlasana biraz."

Değil söylediklerime kulak vermek, benimle açıkça dalga geçiyordu. "Senin anladığın dilden anlatmamın hoşuna gideceğini sanmıyorum."

Parmakları sakallarında duraksadı ve bir kez daha yüzüme bakmadan, "Götürün."diye emretti."

Bana yaklaşmaya başladıklarında avazım çıktığı kadar bağırdım. "Bırakın artık beni! Hepiniz ağır ruh hastalarısınız! Siz de, geldiğim yerdeki o herif de, hepiniz!"

Son sözüm bittiğinde, keskin mavi gözleri ani bir manevrayla üzerime çevrildi. Ancak ona tek kelime daha edecek vaktim olmadı. Efraim arkadan yaklaşıp bedenimi yakalarken, Mirel önden gidip konteynıra benzeyen evin kara demir kapısını açtı.

Efraim bizi içeri soktuğu an hırsla kolunu ısırdım. İnleyerek beni bıraktı. Öfkeyle ona döndüğümde kolunu sıvazlıyordu. "Ne ısırıyorsun be! Manyak mısın sen!"

Kapının önünde duruyordu. Bunu bile bile çıkmak için hamle yapmaya niyetlendim.

"Sakın deneme." Mirel, ince bedenini koltuklardan birine bıraktı. Baştan aşağı aynı renge bürünmüştü. Siyah, hatlarını sımsıkı saran bir pantolon, siyah askılı bluz ve siyah deri ceket... Dudakları olması gerekenden kalın, burnu bir oyuncak bebeğinki gibi kalkıktı. Öyle güzeldi ki, tıpkı bir bibloya benziyordu. "Dışarı çıktığın an seni tutar ve geri getirir, üstelik Efraim kadar nazik değildir."

Omuzlarım umarsızlıkla düştü. Ellerim titriyordu.

"Otur," Başıyla karşısındaki tekli koltuğu işaret etti. "Yoksa bayılıp kalacaksın."

KIZIL GECE +18Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum