Hepsinin kendisini duyacağı kadar yüksek bir sesle "Ben gidiyorum." Dedi. Arkadaşları sanki böyle bir şey bekliyormuş gibi hepsi birden ayaklandılar. "Ben de gideyim." Diye eşlik ettiler ona. Mert bu hareketlerine şaşırdı. Az önce bütün ciddiyetleriyle tartışma içerisinde olan bu adamlar şimdi hiçbir şey yokmuş gibi birden ayaklanmış ve gitmek istediklerini söylemişlerdi. Mert onların da aslında sırf zaman geçirmek için böylesine boktan tartışmalara girdiklerini anladı.

Her biri farklı bir yere dağılıyordu. En sona dört kişi kaldı. Mert de onlardan biriydi. Bu dörtlü Devlet yurdunda kalıyordu. Mert onların oda numaralarını öğrendi. Belki tek kaldıklarında o kadar da sıkıcı olmazlar diye düşündü. Hala onlarla az da olsa muhabbet kurabilmeyi düşünüyordu. Çünkü dört yıl boyunca bu adamlarla aynı sınıfta olacaktı ve onları her gördüğünde canavar görmüş gibi kaçmak zorunda hissetmek istemiyordu.

Yurda kadar birlikte gittiler. Mert yurdun önünde birlikte sigara içme tekliflerini başının ağrıdığını söyleyerek kabul etmedi. Tek isteği bir an önce kendisini yatağa atmaktı. Yatağında uzanıp kitap okumayı arkadaşlarının sohbetinden daha cazip buluyordu. Odasına girdiğinde arkadaşlarından bazılarının odada olduğunu gördü. Mustafa odadaki tek masanın üzerinde laptopta bir şeyler yapıyordu. Baya odaklanmış görünüyordu. Erdem müzik dinliyordu. Ama bunu bir kulaklıkla yapmıyordu. Ümit ise telefonuyla uğraşıyordu.

Mert onlara selam verdi. Neden okula gitmediklerini sordu. Mustafa ikinci öğretim olduğunu hatırlattı ve dersinin saat beşte olduğunu söyledi. Ümit ilk gün olduğundan derslerinin çabuk bittiğini söyledi. Erdem ise canı istemediğinden derse gitmediğini söyledi. Mert içinden demek ki insan burada istediği gibi davranabiliyor diye düşündü. Zira kendisi evde olsa ve derse gitmek istemediğini söylese annesi onu zorla okula yollardı. Yine gitmek istemezse de akşam babasına dövdürmekle tehdit ederdi. Mert de o zaman sızlanmayı bırakıp okula gitmeye razı olurdu. Ancak burada onu zorlayacak ya da tehdit edecek kimse yoktu. Bu onun çok hoşuna gitti. İstediğin gibi davranabilmek... İşte özgürlüğün ilk tadını almıştı.

Mert kitabını açtı. Birkaç cümle okumaya çalıştı ama başaramadı. Çünkü Erdem yüksek sesle müzik dinliyor, Mustafa online oyun oynuyor, Ümit'in ise sürekli telefonuna mesaj geliyordu, bir de her mesajdan sonra tuhaf bir kahkaha patlatıyordu. Belli ki mesajda fazlasıyla hoşuna giden bir şeyler yazılıydı. Mert onları sırasıyla uyardı. Hepsinden kibarca ricada bulundu. Kitap okuması için sessiz bir ortama ihtiyacı olduğunu belirtti. Ancak arkadaşları bu durumu anlayışla karşılamadılar. Aksine Erdem "Burası kitap okuma yeri değil." Deme küstahlığında bile bulundu.

Mert bu küstahlığa çok sinirlendi. "Sizden insan gibi sessiz olmanızı istedim. Neden bu kadar saçma sapan tepkiler verdiğinizi anlamıyorum." Dedi. O sırada içeri Demir girdi. Kapının önünde sesleri duymuştu. Mert'e "Kitap okumak istiyorsan en alt kata inmen gerek. Orada çalışma odaları var. Oralar sessiz olur. İstersen kitap oku, istersen ders çalışırsın." Dedi. Mert "Teşekkür ederim." Deyip kitabını aldı ve odadan çıktı. Neyse ki hepsi geri zekâlı değil dedi içinden.

Gözleri yorulana ve uykusu gelene kadar kitap okudu. Zaten yukarıda yani odasında ilgisini çeken bir şey yoktu. Arkadaşlarının bugünkü kabalıklarını unutmamıştı. Yukarı çıktığında odada Demir'den başka kimseyi bulamadı. Merakından sordu "Diğerleri nerede?". Demir "Yemeğe gittiler." Dedi. Mert'in de karnı acıkmıştı. O yüzden o da yemekhaneye gitti.

Yemekhanede birkaç çeşit yemek vardı sadece. Mert bir tabak pilav aldı ve yanına da sulu bir yemek istedi. Birkaç dilimde ekmek alıp kasaya gitti. Ödemeler devletin verdiği fişlerle yapılıyordu. Her gün için ayrı bir fiş vardı. Herkese bir akşam bir de sabah kahvaltısı için fiş vermişlerdi. Mert öğle yemeğini kendi cebinden karşılamak zorundaydı. Kasaya geldiğinde aldığı yemeklerin fiş için belirlenen fiyattan daha fazla olduğunu öğrendi. Kasadaki adam ondan bir lira daha vermesini istedi. Mert bu duruma şaşırdı.

Aldığı yemekler öyle çok pahalı yemekler değildi ama yine de üste para vermesi gerekiyordu. Aynı durum sabah da başına gelecekti. Bu durumda burada giderleri artıyordu. Galiba devlet yurdu sandığımız kadar ucuza gelmiyor diye düşündü. Bu durumu abisiyle konuşmaya karar verdi. Ama bundan hemen vazgeçti. Bir şey değişmeyeceğini biliyordu.

Yemeğini bitirdikten sonra aşağı kata indi. Aşağıda kafe tarzında bir yer vardı. Mert bir çay içmek istemişti. Aşağı indiğinde oda arkadaşlarının da orada olduğunu gördü. Ardahan, Ümit ve Berk bir masada oturmuş, sohbet ediyorlardı. Mert çayını alıp onların yanına gitti. Ardahan onu görünce "İşte dördüncümüzde geldi." Dedi. Mert bir şey anlamadı. "Ne dördüncüsü?" diye sordu. Ardahan "Bilardo biliyor musun?" diye sordu. Mert hayır anlamında kafasını sağa sola salladı. Berk "O zaman Mert benden olsun." Dedi. Mert ikili takımlar halinde bilardo oynayacaklarını anladı. İlk başta itiraz etmeyi düşündü ama sonra bilardo masasına bakınca ilgisini çekti. Daha önce hiç bilardo oynanamamıştı ve ilgisini çekmişti.

Açılışı Ardahan yaptı. Sonra Berk oynadı. Ardından Ümit oynadı. Sıra Mert'e geldiğinde çok heyecanlandı. Hayatında ilk defa bilardo oynuyordu. Berk ona ne yapması gerektiğini söyledi. Mert dediklerini yapmaya çalıştı ama pek becerebildiği söylenemezdi. İlk atışı başarılı olmadı. Berk ve Ardahan çok iyi oynuyorlardı. Mert onların nasıl bu kadar usta olduklarını sordu. Birbirlerine bakıp güldüler. Berk "Alışırsın dostum. Çünkü burada yapabileceğin ender aktivitelerden biri de bu." dedi. Mert burasının çok sıkıcı bir yer olduğu fikrinde yalnız olmadığını anladı. Zaten başka türlü düşünseler de çok fazla seçenekleri yoktu.

Mert ertesi sabah da alarmın sesiyle uyandı. Dersi saat sekizde B bloktaydı. Yavaş adımlarla lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Daha ikinci günden kendini tükenmiş hissediyordu. Galiba açlıktan diye düşündü. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen günün nasıl biteceğini düşünüyordu. Burada güzel zaman geçirebileceğim bir şeyler bulmalıyım dedi kendi kendine. İyi dostluklar kurmalıydı. Yoksa burası da kaçıp buralara geldiği baba evinden farksız olurdu.

Hala sahile gidip bir şeyler içmemişti mesela. Arkadaşlarına bunu yapmayı teklif edebilirdi mesela. İçlerinden bazılarının bunu kabul edeceğine emindi. Ama bu fikrini onlara açmak için akşamı beklemeliydi. Şimdi aşağı inip kahvaltı etmesi gerekiyordu ve şansa bakın ki yine canı hiçbir şey istemiyordu. Sabah kahvaltılarında hep böyle olurdu zaten. Canı hiçbir şey istemezdi. Zorla bir şeyler yemeye çalışırdı. Çünkü aç karnına sigaranın bile tatsız olduğunu düşünürdü. Ayrıca aç karnına dersler de zulüm gibi geliyordu insana.

Mert odaya gidip üstünü giydi. Kendisinden başka herkes uyuyordu. Mert onların uyanmaması için mümkün olduğu kadar sessiz davranmaya çabalıyordu. O sırada birinin alarmı çaldı. Alarm sesine "Rammstein- Du hast" şarkısını koymuştu. İnanılmaz gürültülü bir müzikti. Odadaki herkes uyandı Berk hariç. Müzik sesi bütün odanın içinde yankılanırken Berk hala uyuyordu. Mert onu dürttü. Çünkü odadaki herkes uyanmış müziği kapatmalarını söylüyordu. Mert Berk'i uyandırmakta epey zorlandı. Bu olay yurt hayatının sandığından daha zor geçeceğinin en büyük göstergesiydi. Oda arkadaşlarının her biri ayrı dünyadan gibiydi. 

İnstagram:bzkrtmslm1

ÖZGÜR-TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin