LÂCİVERT | ON SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖZ ÇEMBERİNDE ÇİÇEKLER AÇTIRAN KADIN

En başından başla
                                    

Babam olmadan perişan olan yüreğim artık yanlızca onu özlüyordu. Onun beni kurtaramayacağını çok iyi anlamıştım. Bunu kendi başıma başarabilirdim. Akif Karan'la bunu da başarmıştım. Benim en doğru yönüm olmuştu. 

Bileğime kayan baş parmağıyla nabzımın üstüne hafifçe dokunup ileri geri hareket ettirerek dikkatimi kendine çekti. "Ne düşünüyorsun?"

Seni.

Göğsümü ciğerlerime indirdiğim derin ve kasvetli havayla doldurdum. "Her şeyi," dedim sakince. 

Henüz seni diyecek kadar hazır hissetmiyordum. Onun kadar açık olamıyordum. Cesaretim vardı ama bazı duygularımı dışa vurmakta tereddüt ediyordum.

Akif Karan gizli bir şeyler yapmaktan hoşlanmıyordu. Bu kısa zamanda onun karakterinden anladığım ilk şey bu olmuştu. Aile yaşantısı bunda etkiliydi. Zuhal teyze de gözlemlediğim kadarıyla lafını esirgemeyen, insanların arkasından konuşmayarak, açıkça neyse yüzüne söyleyen biriydi. Annesi onu böyle yetiştirmişti. Babasından aldığı merhamet ise her hareketine galipti. Babasını tanımayı öyle çok isterdim ki… Elleri öpülesi bir adamdı. Erkek çocuğuna verilebilecek en güzel mirası bırakmıştı. Ben babamdan bile bu kadar merhamet ve şefkat görmemiştim. 

Geniş gövdesi içine dolan nefesle kabardı. "Bu her şeyin içinde kötü düşünceler çoğunlukta sanki? Yanlış mıyım?"

Gözlemlerinde nokta atışı yapıyordu. "Doğrusun," dedim dudağımın içini ısırırken.

Virajlı yollardan geçip giderken Akif Karan'ın zihnimi dinlendiren sesi arabanın içini sardı. "İki gün boyunca tatilde yapacaklarımızdan başka hiçbir şey düşünmeyeceğiz. Kafa yorduğumuz her şey evde kaldı. Anlaştık mı?"

Başımı yasladığım koltuktan ayırmadan sol kulağımın üstüne yattım. Yüzünü daha net izleyebilirken onu yanıtladım. "Anlaştık,"

Uzun zamandır yolda olduğumuzdan kulaklarım uğulduyordu. Büyük elinin sardığı elimi ona sığınma ihtiyacı hissederek hafifçe parmaklarımı kıpırdattığımda sözsüz isteğimi anlayarak tutuşunu daha sahiplenici bir hâle getirdi. 

Üzerindeki koyu gri kazağın kollarını yukarı doğru katlamıştı. Sol bileğinde siyah kaliteli bir saat vardı. Kollarından bileğine doğru inen damarları belirgindi. Parmakları ince, uzun ve kemikli bir yapıdaydı. İri bedenine rağmen çok zarifti. Ellerine bakmaya doyamıyordum. Osmanlı tuğrasını taşıyan yüzüğü parmağındaydı. Direksiyondaki eli bazen geriliyor, kasları belirginleşiyordu. 

Bir manzara olduğundan habersizdi duruşu. Kirpiklerimi kırpmaya kıyamadığım bu muazzam manzarayı doyasıya izlemek istiyordum. Bazen yoldan aldığı bakışları bana çevriliyor ve gözlerimiz buluşuyordu. O bakışlarındaki derin ve gizli manalar kalbime nakışlanıyordu.

Dudaklarının kıyısındaki ince çizgilerden, şakaklarına düşen siyah saç tutamlarına kadar her ayrıntısını hesapsızca izliyordum. Gizlice yaptığım eylemden haberdar olduğundan artık gizleme gereği duymuyordum. Onu en gizlime saklamışken kendimi sakınmam olası değildi. 

Siyah keten pantolonun sardığı bacağında duran kenetli ellerimize baktığımda içim içime sığmadı. Zuhal teyze yanımızda olsaydı bu kadar rahat olamayacağımın farkındaydım. Ancak Akif Karan'ın ondan sakınacağını zannetmiyordum. Aslında aramızdaki yakınlık herkesin dilindeydi. Özellikle Tuğrul ve Göktürk şaka yoluyla ima ediyorlardı. Saklanacak bir şey değildi ancak henüz her şeyin başındaydık. Ne olurdu, nasıl ilerlerdik bilmiyordum.

KOYU LÂCİVERT SEVDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin