1- ne yapmak isterdin?

418 39 4
                                    

"Özgürlüğü arzuluyordum; özgürlük için nefesim kesiliyordu; özgürlük için bir dua okuyordum; görünüşe bakılırsa bu dua hafif bir rüzgarda dağılmıştı. Bundan vazgeçip daha alçakgönüllü bir ricada bulundum: değişiklik ve heyecan. Bu dilek de muğlak bir yere sürüklenmiş gibi görünüyordu. ''Öyleyse,'' diye yarı çaresiz bağırdım, ''En azından bana yeni bir kölelik bağışla!'' (Jane Eyre, Charlotte Brontë)

"Panacea'dan Jimin'e! Arkadaşımı kitaplar aleminden gerçekliğe davet ediyorum!"

Tabletle arama giren bir el ile dalgınlığımdan ayrılmıştım. "Ha, ne? Bir şey mi demiştin?"

Arkadaşım yüzünde oluşan küçük bir tebessüm ile nefes vermişti. "O kadar yanına geldim, bana hiç ilgi göstermiyorsun. Ayıp ama kırılıyorum.."

Alayla göz devirdim. "Pardon, Jin." kaldığım sayfayı işaretledikten sonra e-kitap okuyucuyu bir kenara bırakıp vücudumu ona döndürdüm. "Kendimi nasıl affettirebilirim acaba?" Gülümsüyordum. Önümde dudak büzen bir Jin varken gülmemek elde değildi. Tatlı.

Jin şakasına öksürür gibi yaptı. "Hatanı anlamana sevindim. Hemen şimdi o güzel kıçını kaldırıp benimle yemek yemeye gelirsen seni affetmeyi düşünebilirim. Senin dalgınlığın yüzünden yemekhanedeki yemekler tükendi tükenecek zaten. Tatlı alma şansını elimizden kaçırdık çoktan hatta!"

Hızlıca söyleyeceklerini söylemiş ardından kolumdan tuttuğu gibi beni yatağımdan kaldırmıştı. Kapıyı açtığında bizi karşılayan uzun koridorda yemekhanenin bulunduğu kısma doğru ilerlemeye başladık. Jin ise bu sırada yakın zamanda kendisine gelen aşk mektuplarının içerikleri hakkında böbürlenip kolunu omzuma atmış yavaş adımlarımı kendi hızlı adımlarına eşitletebilmek için çaktırmadan beni çekiyordu. Çakıyordum şahsen ama aklım başka yerdeydi. Özellikle az önce özgürlük temalı bir paragraf okumak benim şu anki durumuma hiç de iyi gelmemişti.

Neden mi? Kapalı bir kutuda yaşıyordum çünkü. Yaşıyorduk. Tamam kutu değil benzetmeydi, bir üste. Ve inanın kendimi özgür hissettiğim zamanlar sadece kitaptaki cümlelerin arasında gezintiye çıktığım zamanlardı.

Kısaca bir özet geçmek gerekirse ben Park Jimin, 2030 doğumlu bir Panacealıyım. Panacea üssün adı bu sırada, biliyorum çok yaratıcı. Dünyalı demiyorum kendime çünkü Dünya hakkında yakından çok bir alakam olduğu söylenemez. Sanki çok ayrı bir mekanmış gibi hissediyorum. Kafanız mı karıştı? Oraya da geleceğim. Geçmişe dönelim biraz. Doğumumdan bile öncesine. Sene 1990, Büyük Kıyamet dediğimiz olayın gerçekleştiği sene. Çok uzatmaya gerek yok, nükleer savaş sonucu güzel Dünyamızın sonu gelmiş oldu diyebiliriz. Yaşanamayacak derecede kötü bir hale geldiğinden bazı öngörülü bilim insanları tarafından neslimizin devamını sağlamak amacıyla bu üssün yapımına başlanmış ve kurtarabilinen birkaç bin insan ve onların çiftleşmesi sonrası şimdiki nüfusu 49037 olan Panaceamız varolmuş. Yaşasın! Hikayenin sonu gelmemiş, ne güzel! Herkes böyle düşünüyor olmalı. Ben hariç herkes.

Kaçmak istiyorum buradan. 21 yaşına basacağım bu sene. Tam 20 sene bu üste gezdim, öğrendim, nefes aldım. Artık dayanamıyorum, kitaplara bile kaçamıyorum. Kitaplara kaçmayı geçtim, kitaplarda anlatılan dünyalar yüzünden buradan kaçmam gerekiyor gibi hissediyorum artık. Gitmediğim her saniye tükeniyorum.

"Jimin, beni yine dinlemiyorsun değil mi?" Sırtıma çarpan elle öne doğru birkaç adım sendelerken düşüncelerimden sıyrıldım.

Kendimi çabucak toparlayıp kaşlarını çatmış olan Jin'e döndüm. "Ne alakası var ya? Dinliyorum." Jin biraz daha bir şey söylemeden öylece yüzüme bakmış daha sonrasında ise başını iki yana sallamıştı. "Bugünlerde garip olduğunu fark etmediğimi mi sanıyorsun? Bunu konuşacağız. Ama," Koluma girip ne ara geldiğimizi fark etmediğim otomatik yemekhane kapısından beni içeri sokmuştu. "Önce yemek. Ve beni bugün hiç takmadığın için tepsileri sen alıyorsun, ben yer tutuyorum haydi!" Popomu hafifçe şaplaklamış ve beni yemek sırasına doğru ittirmişti. Oflayıp önüme dönmüş, başka bir monoton günün daha geçmesini beklemeye başlamıştım.

çoban yıldızı | jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin