Bölüm Elli İki - Resurgam | Sezon Finali

En başından başla
                                    

Hayatımın tek aşkı beni bu zindana attıran isimdi.

Nefret, aşkın önüne geçmek için çabalıyordu.

Yüreğimde cayır cayır yanan bir öfke ateşi tutuşturulmuştu, hissiz değildim, sadece yaşamak için arzum yoktu lakin son derece öfke doluydum.

O, bunları nasıl yapardı? Bana hayatımın en güzel günlerini yaşatan, benim için zindanlara atılan, tüm korkularımda yanımda biten ve beni hayatı pahasına koruyan adam, dün beni zindana götürmeleri için emir veren adam mıydı?

Öyleydi.

Kabul etmek zor olsa da gerçek buydu.

Kapıya yaklaşan adım seslerini duyduğumda zihnimdeki Alaz figürünü, düşüncelerimi dağıttım. Akşam yemeğini yememiştim, tıpkı dün olduğu gibi bugün de üç muhafız kapıma gelecek ve birisi önümdeki tabağı bana iğneleyici bir laf sokmasının ardından alacak ve gideceklerdi. Oturduğum yerde çok hafif kıpırdandım, duvara yasladığım sırtımı çekmeden alnımı dizlerime dayadım ve uyuduğumu düşünmesi için gözlerimi kapattım. Belki o zaman bir laf söylemeden tabağı alır ve çıkardı; temennim bu yöndeydi. Hoş, laf söylerse de pek umursayacak durumda değildim.

Muhafızlar içeri girdi, birinin adımları yaklaştı; dev gölgesi üzerime düştü, "Yemiyor musun?" diye sordu sert sesiyle. Cevap vermedim. Biraz sonra ayağının ucuyla omuzumu dürttü ve "Sana diyorum, lanetli ucube," diye ekledi. Hırıltılı soluğunu duydum. "Yemeyip de günü gelmeden ölmek istiyorsan hiç umutlanma, o efsane ok göğsünü deşmeden sana ölüm yok!"

Kirli bir kahkaha attılar.

Bir an evvel başımdan gitmelerini diliyordum, hiçbir şekilde cevap vermeyecektim. Gözlerimi daha sıkı yumdum, ayağıma ve elime takılan kelepçeler gücümü engelliyordu, içimde bir yerlerde varlığını sürdürdüğünü bildiğim gücümü bir saniyeliğine de olsa şu adam için kullanmak istedim. Ancak o kısa istek anında yok oldu.

"Neyse, sayende karnımıza fazladan birkaç lokma daha giriyor."

Yeniden gülüştüler.

Ben cevap vermeyince susacağını anladım, tabağı yerinden kaldırdığını belli eden küçük bir tıkırtı duyuldu ve ayağa kalktı. İçimden ona kadar saymaya başladım, dışarı çıkma süreleri en fazla on saniyeyi buluyordu. Kapı bu defa birkaç saniye daha erken açıldı ve ben gözlerimi biraz daha sıkı yumdum.

"Efendim," dedi tabağımı alan muhafız sorarcasına. Sonra aynı kelime şaşkınlıkla çıkan bir saygı nidası olarak diğerlerinden de duyuldu. Hâlâ buradaydılar ve karşısında bir başkası varmış gibi kurmuşlardı bu sözü. Nedendir bilmem, bir anda yüreğimde bariz bir hareketlenme hissettim. "Efendim," kelimesi miydi bunu bana hissettiren? "Efendim" tabirinin kime karşı kullanıldığını bildiğim için mi heyecanlanıyordum?

Muhtemelen öyleydi.

Sadece bir an, Alaz'ın buraya, beni görmek için geldiğini düşünüp yersiz bir heyecana kapılmıştım. Hemen sonra bu hissi def ettim bedenimden ve ruhumdan, göz kapaklarımın birbirine girmesini dilercesine biraz daha yumdum gözlerimi.

"Bırak onu." Cümlesini işittiğimde gözlerimi açacak gibi oldum, hayır cümlenin farklılığı değildi beni afallatan, gözlerimi açmaya zorlayan. Duyduğum tok sesti. Her duyuşumda yüreğimdeki ayaza bir son veren, buzları eriten, soğuğu ateşe çeviren tınıydı. Hayal miydi, gerçek miydi? Zihnim bana yine onun aracılığıyla oyunlar mı oynuyordu?

KARANLIĞIN ŞEHRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin