-2- Mesnetsiz Hayaller

46 4 0
                                    

-2-

Siyah sana bile masum kalır adam.

Gözlerini açtığında boynundaki keskin acının damağına vuran kekremsi tadını hissetti. Kupkuru dudaklarını ıslatarak gözlerini kırpıştırdı, başının darbelerle dolu ağrısı aklına dolanan düşünceleri her fırsatta karşısına çıkarıyordu.

"Martılar en pis kuşlarmış biliyor musun?"

"Duymuştum."

Kız elindeki simidi vapurun köpüklü suyuna attı, "Neden peki? O kanatlar umudun uçan özgürlüğü değil mi? Neden pis?"

"Neden böyle şeyler soruyorsun Afra? Neden normal değilsin? Okuduğun kitaplar aklını karıştırıyor."

"Yeraltı edebiyatı mı? Bırak, o benim kalsın."

"Her ne haltsa işte, çok kaptırma kendini. Sonra saçma saçma konuşup başımı ağrıtıyorsun." Kız gülmek istedi ama elinde kalan son simit parçası parmaklarında eziliyordu, son martı aç kalmıştı. Cırtlak sesiyle kanat çırpıyor, beyaz tüylerine bulaşan kirlerini gösteriyordu.

"Kayahan." Adam elindeki kitabı bırakıp bezgince baktı, "Susmayı dene Afra, biraz o çenene kilit vur." "Ama önemli."

Kitabı kapattı, "Yine ne var?"

"O simidi yiyecek misin?" Adamın gözleri yanında peçeteye sarılmış simide ilişti, "Açsan, büfeden bir şeyler alayım." Sonradan kanat çırpan kuşu fark edince kaşlarını çattı, "Hepsini başımıza topladın. Çocuk gibi davranmayı bırak artık." Ayağa kalkarak kızın üzerindeki simit kırıntılarını silkeledi, hala söyleniyordu.

"Hem üstünü batırıyorsun, hem de denizi. Bırak aç kalsın kuş, sanane." Elinde kalan peçeteyi alıp kenardaki çöp kutusuna attı. Davranışları garip bir şekilde kızı mest ediyordu. Bütün simidi kızın eline tutuşturdu, "Onların karnı doysun. Al." Afra gülümsüyordu ama bu tebessüm yalnızca adama aitti. Kalbi soğuktu, yeryüzü kadar soğukluğun katmanlarca altında bir cehennem vardı ve kız oraya kabul görmüştü.

Afra gözlerini iyice açtı, yanı başında uyuyan adamın kirpiklerine baktı içini çekerek. Böyle olması gerekiyordu ve oldu dedi, elini yavaşça ona doğru uzattı. Hecelerine paylaştırdığı bu gözler şimdi kim bilir hangi kızın hayalini taşıyordu? Ürkek elini burnunun altına indirdi. Eline değen sıcak havayla gözlerini kapatıp gülümsedi. Yıllardır yaşayıp yaşamadığından bihaber olduğu adamın nefesini ölçüp tatmin oluyordu. Uzun ve güzel o ritmi dinledi, kalbi de adamın soluklarıyla aynı ritmi paylaştı. İlk defa yaşıyor mu diye sorgulamadı, yanındaydı. Ne olursa olsun, nefret etmeyi beceremediği adam yanında ve uyuyordu.

Çantasına elini attığında ön gözünde olması gereken telefonu bulamadı, belki bulsa annesini arardı fakat telefon yoktu. Telaşla koltuğun altına bakmaya çalıştı, arka koltuklara baktı, yoktu. Bulmak zorundaydı, Furkan'dan haber gelmiş olabilirdi. Titreyen eli adamın koyu kotuna yaklaştı, cebine koymuş olabilirdi. Utançla elini cebin üzerinde gezdirdi, uyansa kim bilir ne düşünecekti? Diğer cebe uzandı, Furkan'a ulaşmak zorundaydı. Çatışmada yaralanan 34 asker arasında o da vardı ve toplam 7 kişi şehit edilmişti.

Her gün şehirlere dağıtılan cenazelerden İstanbul da hep nasibini alıyordu.

Elinin dokunduğu yerde, hafif bir yükselti hissedince duraksadı. Bulmuştu, heyecanla pozisyonunu düzenleyerek adama doğru döndü, daha fazla yaklaşıp elini kapı tarafındaki cebe sokmaya çalıştı fakat durdu, çünkü tam yüzüne yakın yerde bir çift siyah göz güne uyanmış, kızın bileğini sertçe kavramıştı.

"Orada dur, fazla ileri gittin." Uykudan uyanılmışa benzemeyen boğuk ses, kızın kulağının dibinde vınladı, elini çekmeye çalışmasına rağmen adam izin vermiyordu. "Uykumdan uyandıracak kadar nedir önemli olan?"

Gece TozuWhere stories live. Discover now