-1- Ölümün Kokusu

75 5 4
                                    

"Sakın tereddüde düşme Kayahan Çağlar, ölümün kokusu buradan çok iyi geliyor."

*

-1-

Bini de kayar yıldızların, gök siyahı gecelerde. Bini de yakar tozların, gece mavisi göklerde. Bini de anlar gözlerimdeki sağınağı ama biri de çakmaz ruhuma şimşek diye...

Ilık bir rüzgâr dokundu şehrin çehresine. Gözünü banklarda gezdirdi, oturmak ve sakinleşmek istiyordu.

Canını sıkan düşüncelerin hepsini bir kenara itip tek bir fikre odaklandı, Furkan'ın durumu iyi olmayabilirdi. Az önce babası arayıp "Furkan iyi..." demişti, kim inanmak isterdi buna? Furkan'ın garantisini ne sağlayabilirdi? Tedirginlikle nefes verdi, gözleri yanıyor, parmakları titriyordu. Başını eğip ayağının altındaki taşı ufaladı, babasına büyük bir öfke duyuyordu. Dudaklarındaki gergin hal uzayıp mimiklerine dokundu, ona inanmıyordu.

Babası, Rasim Altun, MİT Müsteşar yardımcısıydı. Vatan diyerek bütün azınlıklara öfke besleyip ırkından olmayana güvenmeyecek kadar titizdi. Gözlerinin önünde babasının resmi fotoğrafları dolaştı, rütbeler, resmi makamlar, silah sesleri, saygı duruşları, komutlar, bayrağa sarılı tabutlar... Boğazına yükselen acıyı yuttu, bir an önce Furkan'la konuşmalı, iyi olduğunu öğrenmeliydi. Çantasından çıkardığı telefonu alırken fark etti, hala o korku vardı içinde. Yıllardır ya babasını ya abisini kaybetme korkusu iliklerine işlemişti. Kendini bir tabutun başında ağlarken görmek istemiyordu, insanların "Helal olsun" diyişlerini duymak istemiyordu. Bir ordu kadar polisin ve askerin dirisini koruyamadığı askeri cenazesinde korumaya çalışmasını oldukça anlamsız buluyordu.

Dişleri sert bir ritim tuttururken numarayı tuşladı, açılmadı telefon, biraz daha bekledi, birkaç saniye sonra kapanınca sinirle avucunda sıktı telefonu. İçine çektiği sert hava burnunu acıtırken sinirle geri bıraktı, kararmaya başlayan havanın altında ince bir zikzak çizerek süzüldü nefes. Ayağa kalkıp çantasını sağ omzuna attı, ayağının altındaki zemini ezerek bir taksi aramaya başladı, bilincine sızan görüntülerin şaşmaz ritüelinden bıkmıştı. Gün geçtikçe daha da sarsılan bir milletin delik deşik olmuş vicdanı daha ne kadar sağlam kalabilirdi?

İlk taksiyi durdurup kendini içine attı, bembeyaz kesilen eklem yerlerini yavaşça ovuşturdu. Sesi çatallıydı. "Zeytinburnu Askeri Lojmanlara."

Aynadaki bir çift çakmak göz bakışlarını kısarak kıza baktı, başını hafifçe salladı. Direksiyondaki parmaklar nedensizce gerilirken kız pencereden dışarıya bakıyordu, yanan gözlerini kapattı, ruhuna vurulan prangalar bileklerini morartmıştı. Kararan hava altında ise İstanbul arsızca parlıyor, sokak lambalarının loşluğu tek çizgi olup hızlanmış olan arabanın camında kayboluyordu. Aynaya baktığında biçimli kaşlarının altında parlayan gözleri gördü. Kirpiklerin açılıp kapanışı altında can yakan o siyah gözlerin günahlarına tanık oldu. Bilindik hisler canlandı içinde. Kalbi hatırlıyor, aklı bunda diretiyordu. Korkuyla başını başka yana çevirdi, bu adamda bir şeyler vardı, geçmişe dair bir kalıntı gibi içini acıtan garip şeyler... Tedirginlikle adamın sert hareketlerini izledi, direksiyonu sıkıca kavrayışı, parmaklarının arasında kıvama gelen hız ve aynadan arada sırada ona dönen bakışları... Hepsi aynı anda gerçekleşiyor ve araba daha da hızlanıyordu. Çantasına sıkıca tutundu, bu garip enerji hoşuna gitmemişti.

"Yavaşlar mısınız?" Genç kızın sesine yansıyan gerginlik, adamda sinsi bir gülüşe neden oldu, bakışları arkada ona garipçe bakan kıza döndü. Gece gözlerinde barınan ifadesizlik an an derinleşti, gözbebeklerinin çapı büyüdükçe hissedemediği kalbin sızısı gözlerine vurdu. Bakışlarını ürkek kehribarlardan çekti. O hala aynı bakıyordu. Arabanın hızını düşürürken gözlerini kıza çevirdi, "Acele etmeniz gerektiğini düşünüyordum."

Gece TozuWhere stories live. Discover now