Şüphe

403 174 302
                                    

Seçilmiş yalnızlık, yalnızlık değildir...



Uzun bir yolun ardından harap bitap kışlaya vardık. Oturduğum yerde yayıldım biraz. Çok yorulmuştum ve biraz rahatlamak istiyordum. Ama buna pek fırsatım olmadı doğrusu. Kapı çalındı içeriye nizamiyede duran nöbetçi er girdi.

"Komutanım ziyaretçiniz var."

"Peki kantine al hemen geliyorum."

İstemsizce kaşlarım çatıldığında acaba kim geldi diye düşünüyordum. Buraya geleli daha bir hafta olmuştu. Kim gelirdi ki? Bunu öğrenebilmek için hemen kantine gittim.

İçeri girdiğimde gördüğüm kişiyle şok oldum. O kadar sevinmiştim ki onu gördüğüme, o kadar özlemiştim ki. Şu bir hafta bana bir yıl gibi gelmişti.  Ne kadar özlemiş olursam olayım, kendimi buna alıştırmalı, bu kadar duygusal olmamalıydım yoksa burada yıllar geçmezdi. Ellerimi gözlerime kapatıp, gözlerimi ovaladım. Derin derin nefesler alıp, uzun bir süre tavana baktım gözlerimdeki nem gitsin diye. Ellerimi yelpaze gibi kullanıp gözyaşlarımı geri göndermeye çalıştım. Sonra masaya doğru yürüdüm. Çok duygusal biri değilim ama söz konusu ailem dediğim insanlar olunca herşey alt üst oluyor bende.

Ellerimi bana sırtı dönük olan kişinin omuzlarına koydum ve hafiften sıktım. Biri bana sadece bir haftada onu bu kadar özleyeceğimi söylese hayatta inanmazdım ama, acaip bir özlem vardı içimde onu görünce anladım. Kardeş olmak için aynı ebeveynden olmak gerekmiyordu. O benim kardeşim, can dostumdu.

Hasan-ı Basri hazretleri boşuna dememiş: "benim öyle kardeşlerim vardır ki anam doğurmamıştır" diye. Biz de öyleydik işte. Anam doğurmamıştı onu ama kardeşimdi o benim.

"Hoş geldin İsmail, hoş geldin kardeşim"

"Hoş buldum kardeşim."

İsmail ayağa kalkıp bana dönünce onu sanki ilk defa görüyormuş gibi baştan aşağıya süzdüm önce. Kahverengi saçları her zamanki gibi fönlüydü, mavi gözleri ise özlem dolu. Sonra çenesine kaydı gözlerim, uzun bir çenesi vardı ve ben hep takılırdım ona, biraz daha uzun olsa yerde sürünecek diye. Tabii bu takılmalarımın cevabı yediğim yumruk olurdu genelde.
Gözlerimin önüne geldi de bir an yaşadıklarımız, ne güzel günler yaşamışız biz kardeşimle. Gayriihtiyari bi gülümseme yerleşti yüzüme; ama öyle sen şakrak bi gülümseme değil.

Yüzümde her zamankinden farklı bir gülümseme vardı. Özlem, hüzün, sevgi, hepsi bir aradaydı gülümsememde. Onun da benden pek bir farkı yoktu doğrusu. Beni görünce gözleri dolmuş, yüzüne özlem ve hüzün dolu gülümsemesi yerleşmişti.

"Nasılsın kardeşim? Annemler nasıllar? Onları sana emanet ettim biliyorsun değil mi? Emanetlerime bir şey olursa bozuşuruz haa."

Ortamdaki hüzünlü havayı dağıtmak için bir espiri yapayım dedim de olmadı galiba, İsmail o mavi gözleriyle boş boş bakıyordu bana. O konuşmayınca devam ettim.

"İsmail bir sorun mu var kardeşim? Niye cevap vermiyorsun?"

"Yoo yok abi ne sorun olabilir ki?"

"Ne bileyim abi konuşmayınca anneme bir şey oldu sandım bende."

"Yok yaa maşallah Gülsüm sultan turp gibi."

"Kesin nazarın değer senin. Niye öyle turp gibi falan diyorsun ki? Anneme bir şey olsun gösteririm ben sana turpu."

Bu söylediğimden sonra o kadar sesli bir kahkaha attı ki, boş olan kantinde kahkahası yankılandı. Bunu yapan başkası olsa kesin benden güzel bir dayak yerdi ama İsmail yapınca bir şey diyemiyordum. Hoş söylesemde pek umurunda olmazdı ama neyse.

Benim Adım Savaş (KİTAP OLDU)Where stories live. Discover now