Yaratıcılık vardı ama bir sınır dahilindeydi. Yazar kelimelerle, kelimeler harflerle, ressam boyalarla, müzisyen notalarla, bilim insanı malzemeler ve doğa kanunlarıyla, sınırlandırılmamış mıydı? Bir sınır içerisindeydi herşey. Sınırsız bir yaratıcılık var mıydı gerçekten? Sabah sabah aklımı kurcalayan bu düşünce, düşüncemin bile kelime ve anlamlarla sınırlı olduğunu hatırlattı. Hayallerim de öyle miydi? Duygularımın sınırı var mıydı? Bir korku sardı beni, sanki özgürlüğüm öyle bir kısıtlanmıştı ki kendimi yıllarca kandırmış, uğruna savaştığım en değer verdiğim hürriyetim bir çocuğun en gözde oyuncağı elinden alınırcasına kaybolup gitmişti aniden ve beni ağlatmıştı. Artık bir hiçtim. Bomboş hissediyordum kendimi ve hiçlikte bir sınır olmaması, tek avuntum olmuştu galiba.
Yatağımdan doğrulduğumda dünyadaki sisteme küfürler savurarak bu köle düzenindeki yerimi almak için büyük bir çaba sarfediyordum. Yine kısıtlanmış hayatımda kısıtlanmış değerlerim ve kısaltılmış ümitlerimle baş başa bir gün beni bekliyordu. Yapmak istediğim gerçekten bu mu diye sorgulayarak geçen hergünümü sadece bir zaman kaybı olarak görüyordum. Gerçekten ne yapmak istiyordum bu kısa, daraltılmış, sınır ve kurallarla çevrili adı hayat denen kör zaman diliminde? Beni az da olsa özgür kılacak ve mutlu edecek ne yapabilirdim?