Bölüm 3 "Eskişehir"

288 33 35
                                    


Bölüm 3 "Eskişehir"

Benim sıkıntıyla tırnaklarımı yediğim bir buçuk saatlik hızlı tren yolculuğundan sonra Eskişehir'e varıyoruz. Elimizde Google haritalar Ebru'nun bizimle buluşacağı yere yol tarifi almış orayı bulmaya çalışırken Cansu yandan pis pis bana bakıyor. Buluştuğumuzdan beri sinir oldu bana.

Ebru'yu bir ağacın altında oturmuş bizi beklerken görünce o tarafa doğru yürüyerek iki buçuk aydır görüşmediğimiz arkadaşımızın yanına gidiyoruz. Ebru da en az Cansu kadar heyecanlı gözüküyor.

"Ay sonunda gelebildiniz bi bulamadınız yeri ya."

Parmağımla Cansu'yu gösteriyorum. "Bunun suçu. Beni bir dinlese yarım saat önce gelmiştik."

"Yaa tabi benim suçum. Sana gardan inince adama soralım dedim dimi? Biz mühendis olacağız adres bile bulamayacaksak diye tutturdu."

"Noluyor bakayım size?"

Cansu bu sefer beni parmağıyla gösterdi. "Valla trene bindiğimizden beri böyle. Noldu diyorum anlattığı da yok."

Sabahtan beri yaptığım gıcıklıklar beni bile sinir etti doğrusu. Yaklaşık bir aydır bu geziyi planlamıştık şimdi böyle yüz sallamak beni de geriyor. Omuzlarımı kaldırıp ofladım. "Anlatacak bir şey yok da ondan. Gerçekten yok."

Alper konusunu bu zamana kadar hiç anlatmamışken şimdi asla anlatamam. O yüzden yalandan kim ölmüş? Şahsen ben bu zamana kadar ölmedim çok şükür. Süründüğüm doğrudur ama.

Ebru ikimizin kolundan tutup ortamıza geçiyor, bugünkü neşesini ben bile bozamayacağım sanırım.

"Şimdi size öyle bir çiğ börek yedireceğim ki hiçbir şeyiniz kalmayacak."

Yaklaşık on dakikalık bir yürüyüşün ardından Ebru bizi bir hayli eski ahşap bir konağın önüne getiriyor. Eskiden konak olan bu yer yıllar içinde alt katı lokanta üst katı ise gördüğüm kadarıyla butik otel olarak kullanılmakta.

Konağın avlusuna beş masalık küçük bir yer yapmışlar içeri de daha fazla masa ve küçük tabure görüyorum. Ebru dışarıda yer olmasına rağmen bizi içeriye sokuyor böylece ahşap konağın iç kısmını da görme imkanı buluyoruz.

İçeri girdiğimizde bizi ilk karşılayan şey mis gibi kokan çiğ böreğin kokusu oluyor. Koku öyle güzel ki bir an istemsizce parmaklarımın üstünde yükselip mutfağa doğru bakış atıyorum. Konağın ahşap duvarları hasırdan ve camdan süslemelerle dolu. Pembe, yeşil, mavinin öyle güzel tonlarıyla işlenmişler ki dünden beridir içimde biriken sıkıntının bu güzel çiğ börek kokusu ve konağın o mşstşk havasıyla bir parça dağıldığını hissediyorum.

Ebru bizi konağın bahçesine doğru yeşilliklerin arasına götürüyor. Küçük masamıza yerleşirken en fazla on iki, on üç yaşlarında bir çocuk siparişlerimizi almaya geliyor.

"Ne getireyim Ebru abla?"

"Hüseyin sen bize üç porsiyon çiğ börek, bir kıygaşa yanına Muhittin abinin keçi peynirinden bir de yufkalı büryan getir. Üç de demli çay olsun. Ama çaylar taze olsun bak geçen geldiğimde verdiğin çay beklemişti."

"Geçen gün akşama doğru geldin abla ondan öyle oldu, çayı yeni demledik ben hemen getiririm şimdi."

Anlaşılan Ebru'nun tanıdığı bir yer burası. Özel masamızı da buna borçluyuz. Küçük bahçenin yeşilliğinde otururken kafamızı azıcık kaldırsak odunpazarının evlerini görebiliyoruz.

Yerimiz çok güzel, hava da mis gibi o öğlene doğru çıkan aşırı sıcaklar gelmedi daha. Saatime bakınca on buçuk olduğunu görüyorum.

Yıldız SokağıWhere stories live. Discover now