2. BÖLÜM

208 35 29
                                    

Her gün bir yeni bölüm atmayı çok istiyoruum! 2'de 2 gidiyoruuuz bakalım^^

 Peker ve Yağmur arasında geçen diyaloglarda Peker'in neyi anlatmasını istersiniz? Yağmur'un ısrarla öğrenmesi gereken şey sizce ne olmalı? MERAK EDİYORUUM CEVAPLARINIIZII. Yorum atabilirsiniiz! :) <3

Başlarken yıldıza basmayı unutmayııın öpüldünüüz :*

***

 Günlerdir bir parça ekmek ve bir kase çorbayla doyurmaya çalıştığım midem artık isyan edercesine bulanmaya başlamıştı. Sarıldığım battaniyeden dışarıya taşan her bir parçam beni ürpertiyle titretiyordu. Saç diplerimde biriken yağları ve uzun zamandır dişimi bile fırçalayamadığımı düşündüğümde kendimi koca bir çöp yığını gibi hissediyordum. Düşüncelerim, dizginlenemeyen yaramaz bir çocuk gibi oradan oraya sıçrıyordu, sıkılıyordu, bunalıyordu, asla düşünmemesi gereken şeyleri düşünüp kendine dert ediyordu. Çarkları durmaksızın dönen bir makine gibiydi.

Bildiğim tekerlemeleri doğru ve hızlı söylemeye çalışarak vakit geçirmeye çalışıyordum. Şarkı söylüyordum. Çarpım tablosunu defalarca kez baştan sonra bitirmiştim. Karadeniz boyunca ilerleyen sıra dağlara bir şiir bile yazmıştım. Demir yatak başlığımın üzerinde tırnaklarımla ritim tutuyor, yeni besteler oluşturuyordum. Artık hiçbir yere tutunmadan yerini zor da olsa öğrenebildiğim tuvalete gidebiliyordum. Neredeyse karanlığa alıştığımı söyleyebilirdim.

Birisiyle konuşmaktan çok sıcak bir duşun hasretiyle yanıp tutuşuyordum. Damlaların saçlarımın arasından enseme doğru süzülüp vücudumu dolaşmasını, üzerimdeki yorgunluğu ve kiri alıp beni terk etmesini diliyordum. Şampuanımın saçımda bıraktı bal ve papatya kokusu adeta burnumda tütüyordu.

Bornozumla kendimi yatağımın üzerine bıraktığımı anımsadım bir anda. Elimde telefonum, gelen mesajları yüzümdeki gülümsemeyle okuyordum. Tuna, İrem, Beril... Olacaklardan habersiz, o blogu bilmediğim son gün, telefonumun hoparlöründen yükselen rahatlatıcı müziğin eşliğinde ıslak saçlarımla yatağımdaydım.

Kapının kilidinin açılma sesini duyduğumda, her gün, artık kaç olduğunu tahmin edemediğim saatlerde gelen yemeğimin geldiğini anladım. Kapı daha açılmadan üzerime hücum edecek ışığa karşı gözlerimi kıstım. Ancak karşımdaki kişi, üç hafta olduğunu düşündüğüm süre boyunca yemeğimi getiren kişiden farklıydı.

İlk dikkatimi çeken uzun boyuydu. Öyle ki başını neredeyse kapının pervazına çarpacaktı. O kadar iriydi ki, iki tane ben yan yana gelebilseydik onun gövdesini ancak oluşturabilirdik. Üzerinde ise uzun beyaz bir önlük vardı. İçine giydiği kıyafetleri inceleyemiyordum fakat suratının yarısını kapatan beyaz maskesi bana onu korkunç deneyler yapan bir kimyager olduğunu çağrıştırmıştı.

Elindeki kahverengi tepsiyi odanın içerisine attığı birkaç adımdan sonra eğilip yere bıraktı. Tanıdık çorbanın kokusunu içime çektiğimde midem büzüştü.

Arkasını dönüp odadan çıkacağı sırada, "Bekle!" diye bağırdım. O, kapının eşiğinde durduğu sırada ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Ağır bir hareketle arkasını döndü. Koridordan sırtına vuran ışığın bir kısmı yüzünü de aydınlatıyordu. Gözlerinin rengini seçemiyordum belki ama seyrek kaşlarının altında parıldayan gözlerindeki ciddiyeti görebiliyordum. Bir şey söylememi bekliyordu ve birkaç saniye içerisinde söylemezsem odayı terk edecekti.

Ufak bir cesaret kırıntısıyla, "Senden bir şey isteyebilir miyim?" diye sordum.

Aynı donuk bakışlarıyla bana bakmayı sürdürürken gitmek için aniden yeltendi.

KUZ (Hedef serisi II)Where stories live. Discover now