1. BÖLÜM

428 34 27
                                    

Sayısız savaş vermiştim.

Aylar önce sorulsa, her günümün bir önceki günle aynı geçtiğini söylerdim fakat artık karşımdaki tabloyu tamamen görebiliyordum.

Hayat, hayatım, çok daha fazlasıydı. Verdiğimiz en ufak kararın sonuçları devasa bir tsunami gibi bizi alıp kilometrelerce uzağa sürükleyebiliyordu. Ağzımızdan çıkan bir sözün etkisi, aylar hatta yıllar sonra bizi bulabilirdi. Birine karşı işlediğimiz hatanın cezasını, kırdığımız bir kalbin vicdan azabını hissetmenin bir kullanım tarihi yoktu. Pişmanlık, yalnızlık, öfke; Bunlar zaman nedir bilmezdi.

Korku.

Damarlarımızda akan kana bir kez karıştı mı atması neredeyse imkansızdı. Bir tülün ardından varlığını belli belirsiz sürdürüp, ortaya çıkmak için sırasını bekleyen, yaramazın tekiydi. Bir kez ininden çıktı mı, verilen her kararın üzerine gölgesi düşerdi. Dudaklardan dökülen her bir düşüncenin çatlakları arasında saklanırdı. Fakat her şeye rağmen insana, ondan kurtulmak için bir fırsat verilse bile iliklerine kadar işleyen ve onu o yapan bu duygudan kurtulmak istemezdi.

Zamana meydan okuyan yalnızca negatif hisler ve düşünceler değildi.

Baharın gelişiyle açan bir çiçeğin kokusunu içine çeken insanın hissettiği o yeniden doğuş hissi de zamansızdı, bir bebeğin ilk gülümsemesi de. Birbirlerini ilk kez öpen aşıkların içlerinde kopan fırtına da zamansızdı, yıllar sonra annesine ilk kez sarılan çocuğun hissettiği o güven duygusu da.

Hiç tanımadığın birine içten bir gülümsemeyle "Günaydın!" demek de zamansızdı, "Görünce aklıma sen geldin," diyerek alınan ufak hediyeler de.

Mutluluk ve sevginin içerisinde saklı olduğu her şey zamansızdı. Bulurdu seni. Nereye gidersen git, ufacık bir "Merhaba"nın içerisine saklanabilirdi.

Fakat insan acizdi.

Bir "Merhaba"nın iyilik kadar kötülük de getirebileceğini yaşamadan bilemezdi.

Ve insan aptaldı.

Bir gün başına içi dolu, tetiği çekilmiş bir silah doğrultulmadıkça yanlış bir karar verdiğini anlamazdı.

Veya karanlık bir odada yapayalnız uyanana kadar...

Kalabalıkların arasında yalnız hissetmek ve geceleri yorganıma sarılıp, kendimi yarın her şeyin daha iyi olacağına inandırmak konusunda hiçbir sorunum yoktu fakat kabuslarla dolu bir uykudan uyandığımda, keskin bir soğukla çerçevelenmiş, siyahla bezenmiş, biraz da ürperti serpiştirilmiş, yirmi saniyedir açık tuttuğum gözlerimle tek bir şey bile görememiş olduğum bir yerde uyanmaya asla hazır değildim.

Yatak olduğunu hissettiğim yerden bir çırpıda doğruldum. Panikle aldığım düzensiz ve derin nefesler bir süre sonra başımı döndürmeye başladığında dikkatimi buz kesilmiş kollarıma ve bacaklarıma verdim. Her tarafımı ovalayarak bir parça olsun ısınmaya çalıştım. Birkaç saniye sonra üzerimdeki paniği atmıştım ki yaşadıklarımı parça parça hatırlayarak zihnimdeki bulmacayı çözmeye başladım.

Ben neden buradayım?

Babamın attığı tokat yanağımda bir kez daha yandığında elim istemsizce üzerini örttü. Öfke ve hayal kırıklığıyla dolan yüreğimle ilerlediğim koridorun sonunda odama girdiğimi ve eşyalarımı bir çantaya doluşturduğumu hatırladım. Tek istediğim uzak bir yere gitmekti. Sevildiğimi hissettiğim bir yerde olmak...

Evden çıktığımı anımsadım. Lapa lapa kar yağıyordu. Caddeler, arabalar, sokak ve trafik lambaları, hepsi bir yılbaşı filminin içerisinde gibi hissetmemi sağlıyordu. Fakat mutlu değildim. Omuzlarımda biriken her bir kar tanesi, yüreğimde hissettiğim ağırlığın üzerine biniyordu.

KUZ (Hedef serisi II)Where stories live. Discover now