Bölüm Kırk Sekiz - Güller ve Dikenler

Zacznij od początku
                                    

BÖLÜM KIRK SEKİZ – Güller ve Dikenler

Koşuyordum.

Bacaklarımı öyle geniş açarak ilerliyordum ki ormanın içinde, dizlerimin her kıvrılışında kemiklerimde beliren acıyı hissediyordum. Ayağım sağanak yağmurla birlikte ıslanan, yer yer gölcüklerin oluştuğu çamurdan zemine her değişinde bedenim koca koca şırıngalar batırılıyormuş gibi sızlıyordu. Yağmurun ıslattığı kıyafetlerim sırılsıklam olmuştu, gözlerime bulaşan damlalar görüşümü bulanıklaştırıyor bu nedenle göz kapaklarımı birkaç saniyede bir kapatıp açmam gerekiyordu. Peşimde bir ruhun dolandığını bilerek koşmak durmamı engelliyordu; ne arkama bakabiliyor ne de takıldığım engellerin beni duraksatmasına fırsat tanıyordum.

Ne kadar olmuştu bilmiyordum ama bana bir ömür gibi gelmişti tüm bu geçirdiğim zaman. Bay Lefter'in odasındaki o korkunç odanın içinde bir ruhla baş başa kaldığımda, yapacağım en doğru şeyin gözüme kestirdiğim ikinci kapıdan arkama bakmadan çıkmak olduğunu düşünmüştüm, öyle de yapmıştım. O kapının karanlık ormana açılacağını ummuyordum elbette ama geri dönemedim. Çıkmıştım bir kere ve koşup uzaklaşmak, en azından kendi gücümü toplayana kadar zaman kazanmak istemiştim.

Ve soluksuz kaçış maceram tam o an başlamıştı.

Ardıma bakmadan hızla ilerliyor, öte yandan koşarken karşılaşabileceğim her türlü tehlikeye karşılık güçlerimi anında ortaya çıkarabilmek adına bilekliğimin kilidini açmayı deniyordum. Gücümün yayılmaması gerektiğini biliyordum fakat bileklik takılıyken de kendimi koruyamazdım. O engelden kurtulmam gerekiyordu.

Korkmuyordum.

Korku denen aciz his, beni geriletmekten başka bir işe yaramayacaktı biliyordum. Güçsüz birisi değildim, kendi kendime sorunlarımla başa çıkabilir kapasitedeydim ve beni buradan çekip çıkaracak bir kurtarıcıya ihtiyacım yoktu. Başımın çaresine bakacaktım, bunu yapmalıydım ve bu durumda güçlerimi gizli tutmanın bir manası yoktu.

Omuzumun üzerinden arkamı kontrol ettiğimde peşimde beni takip eden kimseyi görmedim ve anlık bir rahatlama yaşadım ancak durmadım. Yolun nereye gittiğini bilmiyordum lakin şu an kaçmaktan başka mantıklı bir çözümüm olmadığının bilincindeydim.

Nefes nefese bir halde önüme döndüm tekrar, hızımı biraz olsun düşürmeden bilekliğimin kilidini açtım. Elime alacaktım ama bunu beceremedim, bileklik avuçlarımdan kayıp yere düştü ve çoktan birkaç adım arkamda kaldı. Kısa bir an geri dönüp almayı düşündüm ancak kaybettiğim bir saniye bile benim için değerliydi, zamanım yoktu. Geride kalan bilekliğimi biraz daha izledikten sonra sık nefesler alarak yeniden başımı önüme çevirdim, tüm hızımla koşmaya devam ettim. Başım dönüyordu, kasvetli gökyüzü koştuğumdan dolayı çizgi çizgi duran ağaçların üzerine bir cam misali kırılıp düşecekmiş gibi hissediyordum.

Dümdüz ilerlemeye devam ettiğim sıra, birdenbire yüzüme çarpan bir hava bulutuyla başımı geriye doğru atmak zorunda kaldım. Önce sıradan bir rüzgâr sandım fakat kısa bir sürenin ardından o görünmez sis bulutu gitmek istediğim yöne hayalî bir kalkan oluşturdu, bedenim bir cama çarpmışım gibi sertçe durmak zorunda kaldı ve rüzgar basıncı beni birkaç adım geriye doğru itti. Neler olduğunu kavrayamadan gözlerimi kapatıp açtım, başımı salladım ve etrafıma bakındım. Yağmur nedeniyle dalları ıslanan yapraklarından akan sularla dik duran ağaçlar, yapraklar, yere düşen kuru dallar haricinde hiçbir şey görünmüyordu. Kuş bile yoktu.

Bu kalkan hissinin bilekliği çıkarmamla birlikte kendi kendime oluşturduğum bir şey olduğunu düşünerek hazır durmuşken sakince soluklandım, hızla atan kalbimin dinlemek için yalvarıyor olmasına aldırış etmeden yutkundum ve yeniden koştum.

KARANLIĞIN ŞEHRİOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz