Chapter 4

168 23 32
                                    

'...Where we can gaze upon the water,                                               As an everlasting dream...'

Gözlerini yakan ışık yüzünden kapattığı gözlerini açtı, Cassie. Az önce ne yaşadığı hakkında hiçbir fikri olmasa da muhtemelen Hekapoo tarafından açık unutulmuş bir portaldan geçmişti.

Başı sanki biri kafasını ceviz kıracağının içinde sıkıyormuşcasına ağrıyordu. Yoğun güneş ışığı karşısında elini yüzüne siper etti ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Kafası bulanıktı, az önce neler olduğunu bile zar zor hatırlıyordu.

, ayrıca cisimlenmiş olsa muhtemelen kendini septireceğini biliyordu.

Gözleri parlaklığa alıştığında ellerini yüzünden çekti ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Bacaklarının zar zor onu taşıdığını biliyordu, oturacak bir yer bulması gerekiyordu.

Altın küpleri gibi parıldayan döşemeli yolda ilerlerken güneşin denize vuran ışığının denizi sıcacık bir sarıya döndürdüğünü gördü. Dalgalar adeta erimiş bakır, hava ise saf kehribar rengindeydi. Bir kavanoz balın içinde ilerliyor gibi hissediyordu, Cassie.

Rüzgar ılık ılık yüzüne çarparken kıyı boyunca uzanan evi izleme fırsatı oldu. Etrafı yeşilin her tonuna sahip çakıllı bir bahçenin çevrelediği kiremit çakılı malikâne, küçük bir orduya yetecek kadar büyüktü. Duvarlar beyaz, çatı mercan rengindeydi.

Sahil kenarındaki yolda hızla ilerlerken ne buraya nasıl geldiğini ne nerede olduğunu sorguluyordu. Zira olduğu yer içini anlam veremediği bir huzurla doldurmuştu. Yüzünü okşayan esinti yılanlarından birisi gibi sevgiyle sokuluyordu ona.

Dalgaların sesini dinleyerek yavaşladı. Evin hemen yanında, elinde kitapla orta yaşlarda bir adam belirdi. Yaklaşık yirmi metre ötede, kumların üzerindeki plaj sandalyesinde oturuyordu.

Güneş, deniz ve kum üçlemesinin içinde çok çirkin görünüyordu. Şortu ve askılı tişörtü bu çirkinliği iyice belirginleştiriyordu. Hayır, görünüşünden değildi, çirkinliği. Cassie adamı sevmemişti. Yaydığı aurora midesini bulandırmaya yetiyordu. Bu adamın kim olduğunu merak etti.

Gözlerini bakmaya doyamadığı denizden ayıramayarak adama doğru ilerledi. Bir şey demesine kalmadan, "Ah, ben de seni bekliyordum, Cassiopeia." dedi, Cassie'nin ürpermesine neden olarak. Çerçevesiz güneş güzlüklerini çıkarıp kalın, biçimli kaşlarının altından süzdü, genç kızı.

"Sizi tanımıyorum."dedi, gözlerini adamdan ayırmadan. Plaj sandalyesinin önünde, satıcı gibi dikiliyordu.

"Tanımanı beklemiyordum, zaten."dedi adam, bahçe partisindeymiş gibi. "Sen doğmadan yıllar önce öldüğüm göz önünde bulundurunca."

Çattığı kaşlarının altından adama ters ters baktı, Cassie. Etrafta başka bir insan evladı görmek için sağı solu yoklasa da hiçkimseyi göremediğinde şaşırmadı. Bu adam deli hastanesinden çıkan zenginlerden biri olmalıydı. Çok parası olanları tek başlarına bir adaya falan kapattıklarını duymuştu, Cassie. Tek yapması gereken içinden geçtiği her neyse onu bulmaktı. İsmini nereden bildiğini düşünmedi bile. Saçma sapan bir korku filminde değildi, adam bir isim sallamış olmalıydı.

"Otur, kendini evinde hisset."dedi nazikçe. Kitabının arasına bir ayraç yerleştirerek yanındaki sehpaya bıraktı ve ellerinden biriyle yanındaki plaj sandalyesini işaret etti. Kaçıp kaçmamak arasında kalan Cassie, arkasına kaçamak bakışlar atsa da kaçmanın bir faydası olmadığını hissederek oturdu, adamın gösterdiği yere.

𝔑𝔬𝔫 𝔄𝔡𝔢𝔭𝔱𝔬 𝔇𝔢𝔭𝔯𝔢𝔫𝔰𝔲𝔰Where stories live. Discover now