onüç.

82 19 19
                                    

Sabah yatağından doğrulup gözlerini açtığında daha önce hiç fark edemediği bir duygunun etkisiyle uyanmıştı.
Artık 'Neden?' diye sormuyordu. Bazı şeyler olmak zorundaydı ve bazı şeylere neden' denmezdi.

İnsanlar yaşadıkları olayların etkisinden ya yeniden doğarak ya da ölerek kurtuluyordu.
O gün ilk kez odasındaki yansımasına bakabilme cesaretini gösterdi. Cesaret ettiğinden değil de artık gördüklerini yorumlayamıyordu.. Bu yüzden sürekli kaçtığı aynasına bakıp 'Bu alemde ne çok acı var ey kalbim.' diye söylendi. Ardından aklına İsmet Özel'in şu sözleri geldi:
Her insan bir alemdir. (...)

Nefes alıyordu ve bu nefesler gülün dikenleri hükmüne geçiyordu. Hayat güzeldi ama nefes almak burunundaki kılcal damarların ciğerlerine giden yolda yanması hissini oluşturuyordu. Tam ciğerlerine ulaşacakken, içindeki bir şeyler kanıyordu.

Her şey planlanmıştı. Artık tüm olmazların içinde öyle rahattı ki!
Üzgündü ve bu defa bunu hissediyordu. Sürekli üzgün olduğu halde hissettiği duyguya isim veremiyordu. Bu defa 'sadece üzgünüm.' diyebilmişti. Üzgündü ama her şeyin son bulmuşluğunun dinginliğini taşıyordu. Bir okyanusun ortasında olduğu halde duyumsadığı tek şey nane şekerinin ağızda bıraktığı tattı.

Gözleri kitaplığına takıldı. Bu hayatta yapmaktan sıkılmadığı tek şey gezecek yeni dünyaların içinde kaybolmaktı..
Yatağının içinden çıktı ve kitaplığının dibine oturdu. Bir kaç kitabı eline alıp içindeki yazıları okşadı.
İlk okumaya başladığı kitabı anımsadı. Hangi duygunun ona, kitaplara sığınmaktan başka çaresi olmadığını hatırlattığını anımsadı.. Bunları yaparken yüzündeki buruk tebessümünü silmiyordu. 40 yıllık dostluğun ayrılık şerbetini içer gibi hissediyordu.
'İnsanlar unutulunca, kitaplar okunmayınca ölür.' dedi içinden.

Ardından odasındaki sessizliğe yenik düştü. Oturduğu yerden kalktı. Banyoya gidip yüzünü yıkadıktan sonra kıyafetlerini değiştirdi.
Ayakkabılarını giydi ve kucağında zar zor tutmayı başardığı kocaman koliyle evden çıktı.

Bir sahafcı dükkanının önünde durabildi yalnızca.Tek yapması gereken karşıdan karşıya geçip aklından geçenleri yapmaktı ama bunu istemediğini fark etti. Kucağındaki koli, güçsüz düşmüş kollarında durdukça enerjisinin azaldığını hissediyordu. Biraz yürüdükten sonra bir sokağın başında durup koliyi yere indirdi. İnsanlardan kaçan o küçük kalbi, bu defa sokaktan geçen tek bir insanın varlığını hissetmek istiyordu. Çünkü yapması gereken bir görevi olduğuna inanıyordu. Kurtulması için ona kitapları armağan eden bu hayata borçluydu.Ve o da şimdi borcunu ödeyebilmek için son bekleyişini o sokağın başında tamamlıyordu.
Bir oğlanın sokağın başında elindeki ekmek poşetiyle yürüdüğünü gördü. Ufaklığa doğru yürümeye başladı. Küçük çocuk, adres soracağını düşündü. Ama onun gitmek isteyeceği tüm adresler, bütün sözlüklerde eksiklik anlamını barındırıyordu..

'Merhaba. Adını öğrenebilir miyim?'
'ııı...şeey...'
'Peki.'
Doğrularak kolinin içinden çıkarttığı armağanı ufak çocuğa uzattı.
Çocuk endişeli gözleriyle anlamlandırmaya çalışıyordu.
'Bu nedir?'
'Bir hediye.'
'Neden?'
'Beni, bizi unutma diye.'
Çocuk ilk bakışta tereddüt içinde kalmasına rağmen armağanı almaya ikna edilmişti.
Koli boşalana kadar sokağın başında insanları bekledi.. Ama bu bekleyiş bir kucaklaşmayı beklemesinden çok daha farklıydı.
Bir güneşin batışını beklemekten çok daha farklıydı.
Kuyudan çıkmak için birilerini bekleyen Yusuf'un hissettiği duygulardan çok daha farklıydı...

Eve geçtiğinde dalgındı. Yorgundu ama akan kanı durulmuş gibi hissettiği için asıl yorgunluğunu fark edemiyordu. Ölmek bu yüzden içinde şık anlamlar barındırıyordu.. Akciğerlerindeki zincirleri kopartamıyordu artık. Balkona geçip yere oturdu. Hava kararmıştı. Üşümesi muhtemeldi ama üşümek ve yaşamak arasında pek bir fark görmüyordu ve bu yüzden üstüne hırka alması üşümesini dindirmeyecekti..

Sokaktan geçen bir arabanın son ses verdiği müzik o geceki yaşlarından sonra son bir kez ağlama fırsatı daha vermişti.


Tabii bir damla, ağlamak fiiline ne kadar uyumlu olabilirdi emin olamıyordu. Ağlasaydı belki de hiçbir şey böyle olmayabilirdi. Ağlamak nimetti ama çoğu insan bundan habersiz bir şekilde bencilce yaşıyordu. Keşke kaybettiği 'Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi'ne insanları sarsıp kendilerine gelmeleri gerektiğini söylemeyi de yazmış olsaydı. Belki de o, son maddeyi yapmak için bile olsa kağıdı kaybetmemeye uğraşabilirdi.
Ne önemi vardı artık bunların.
Ne yazabilecek tek bir kelimesi ne de söyleyebilecek tek bir cümlesi kalmıştı. Tanrı, ona kolaylık olsun diye zihnindeki her şeyi silip ilk yartılış halini ona geri vermişti. Yeni doğmuş bir bebek gibi etrafında olup bitenleri anlamsız gözleriyle taçlandırıyordu.
Gökyüzüne bakıp 'Canınız sağ olsun.'
dedi ve yutkundu.

Sabaha kadar balkonda öylece oturmuştu. Son bir kez daha güneşin doğuşunu izlemek ne büyük bir şerefti. Tan vakti gökyüzünü tesiri altına aldığı gibi gözlerini de etkisi altına almıştı. Kan çanağına dönmüş gözleriyle öylece oturuyordu sigara izmaritlerinin içinde..
Derin bir nefes daha almaya çalıştı. Ve alabildiğini hissedemedi yine.
Ardından bir yel esti.
'Hey gidi Dünya, benim alamadığım oksijeni sen al bir kez daha.' dedi buruk tebessümüyle.
Ardından vaktin dolduğunu anladı ve içeriye girip kendini tedavi etmek yolunda uğraşacak bir şeyler aradı..

Karnımdaki Kırık Çekmeceler*Where stories live. Discover now