onbir.

85 20 14
                                    

Eve nasıl geldiğini hatırlamıyordu. O gece sarhoş olmak için alkole ihtiyaç duyulmadığını öğrendi...

Çok fazla gürültü vardı. Ne söylenildiği anlaşılmayan buğulu sesler zaman ilerledikçe zihnini çatlatacak bir seviyeye geliyordu. Kulaklarını kapattı ve oturduğu yerden sallanmaya başladı. Öyle çok öfkeliydi ki! Onu asla duyamayacaklarını bildiği seslere 'SUS!' emrini veriyordu.
O bağırdıkça sanki sesler onun sesini bastırmaya çalışır gibi artıyordu.
'Lanet olsun. Sus artık!' diye inledi yalnızca.

Onu kim bu hale getirdi?
Kim ona, o gece sarılmadı?
Kim ona, daha gelmeden gidebildi?
Bu soruların hiç birinin cevapları önemli değildi bu saatten sonra. Karnında kırık çekmece taşıyan hiçkimse cevap aramazdı çünkü. Cevap aramaktan daha ziyade, acılarının dinmesi için kısa süreliğine olsa bile düşünmekten uzak diyarlara gitmeyi arzulardı...
Acı bilinçti. Peki, acıyla bilinçsizleşmek ne demekti?

Zihnine giren morfin miktarı düşünceleri arttıkça, artıyordu.
İyileşmek istiyordu. Oysa o bir hasta değildi.
Sesler artıyor...artıyor...artıyordu...

'Kimsenin görmediği yerlerden bak bana.
Kimsenin anlamadığı yerden anla.
Beni duy.
Sessiz çığlıklarımı
Mağrur kaçışlarımı anla.
Bir bir törpüle ruhuma batan köşelerimi sivri uçlarımı.
Sokağımdan geç,bak nasıl kirli duvarlarım.
İlmek ilmek nakışladığım bu nefreti söküp al bakışlarımdan.
Kirlenmiş gökyüzüme bir güvercin sal balkonundan.
Karanlık gecelerimi al benden.
Öyle çok karanlığım ki anlatamam.
Bakışlarındaki gündüzleri getir bana.
Beni anla.'

Nasıl uyuyakaldığını hatırlayamıyordu. Sabah uyandığında Tanrı'nın o gece ki duasını kabul ettiğini fark etti. Tamı tamına 19 saat uyumuştu. 19 saat zihnini susturmuştu!
Tanrı'ya düşüncelerinden kaçmasına izin verdiği için teşekkür etti.

Bedeni ani bir hiddetle varlığını bildirdikten sonra yerini boşluktan duyulan sessizliğe bırakmıştı.
Her olayın karşısında 'Neden?' diye sormasını sağlayan iç güdüleri gitmiş yerini avcısını görünce ölü taklidi yapan bir kunduza bırakmıştı...
Hislerinin yerinden ceset kokuları duyuluyordu. Bundan kimsenin haberi yoktu. O'nun dahi. Ama yine de son bir ümit avındaydı. İyi gelebilecek tek bir şey. İyi hissettirebilecek tek bir yer...
Kalbim çürüdü.

Kapı tokmağının sesi onu kendine getirmeye müsait bir ortam hazırlamaya yetmişti.
Biraz korkmaya başladı. Çünkü kapısı hiç çalmayanlardandı. Kalkıp kapıyı açtı.
Uykusuz değildi ama gözlerinin altındaki torbalar, onu gören insanlarda bu etkiyi oluşturabilirdi. Yorgun bakışlarıyla kapıdakini süzdü.
'Buyrun?'
'Kargo...nuzu ge..tirdim efendim!'
'Hayır. Ben kargo falan sipariş etmedim!' dedi sinirlerine hakim olamayarak ve kapıyı sertçe kapadı.
Evet kesinlikle sinirlenmişti.. Neden sinirlendiğine dair elle tutabileceği, açıklamasını yapabileceği hiçbir şeyi yoktu.

Hiç çalmayan kapısı, hiç kimsenin bakışmak zorunda kalmadığı kapı paspası yanlışlıkla oluşan bir düzenle karşılaşmasaydı; onlarda ziyan olacaktı. Onlara da kimse uğramasaydı, sineceklerdi bir ceset gibi. Neyse ki onlar talihliydi! Her eşya sahibine çekmiyordu.

Ona sarılabilecek tek birini aradı yıllarca! Ölüyordu. Ve cesedini kaldırmaya gelen tek kişi adresi karıştıran kargocu olmuştu. Bu evrenin ona bir kez daha 'hiç.' diye kod adı takmasının resmedilmiş haliydi...

Öfkeliydi, sanki duyguları birileriyle yer değiştirmiş ve o hep bu yüzden öfkeliymiş gibi hissediyordu.
Hiçbir şey yememişti. Hasta olmayan organları yeterince iyi olsaydı açlığını hissetmeleri gerekirdi..

Onu en çok yaralayan şey artık kitap okuyamıyor olmasıydı. Odaklanamıyordu. Okuduğunu anlamıyordu..
Yıllarca 'Ben neyi iyi yapabiliyorum?' sorusuna aradığı cevabı etrafa boş boş bakmasıyla tamamlamıştı.
Hâlâ bir ümit peşindeydi. Hâlâ biri beni kurtarsın'a sığınanlardandı.
Günlerinin neredeyse yarısını uyuyarak geçiriyordu.
Şiirler,karanlık.
Şarkılar,yalnız.
Ve ruhum, bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı...

*Bektaş Şenel-Galata'da İki Yabancı

Karnımdaki Kırık Çekmeceler*Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ