bir.

377 41 61
                                    

'Uyandım,' diye başlıyordu yazdığı şiir. Bir şiire böyle başlanılmaz. Şiir yazmayalı uzun yıllar geçiyor, dedi kendi kendine.
Şuan tek ihtiyacı olan şey yatağından doğrulabilecek gücü bulup bir bardak suyu kafasına dikebilmek. Oysa zaman onu acizleştiriyor.
Önündeki kağıda karaladığı şeyler ona acizliğini hatırlatıyordu. Bundan usanç duyup kağıdı sol elinin tersiyle uzağa, çok uzağa fırlatmak istemişti...

Ve nihayet kapı çalındı.
Evet, evet! Bu defa kesinlikle o geldi, diye geçirdi içinden ama bunu asla mimikleriyle kimseye belli etmek istemedi. Belli edemezdi, çünkü yıllarca bu kokuşmuş duvarların arasında yalnızdı. Bir kedi almak istemişti ama onu da üzmekten korktu. Kedilerin de tıpkı duvarlar gibi üzülebileceğini çocukken öğretmişlerdi ona..

Kayıtsızlıkla gelmesini beklediği, ardında O'nun olduğunu düşündüğü kapıya doğru yürüdü. Kapı koluna elini uzatıp yalnızca durdu. Bir şey düşünmüyordu. Bekledi, bekledi...
Ama kapının ardındaki her kimse acelesi olduğunu çok net bir şekilde belli ediyordu.
Neden beklediğini, kapıyı açmadığını bilmiyordu.
Kapının ardındaki,
"Benim, gazetenizi getirdim.. Bir de dün sabah istediğiniz ama kalmadığı için getiremediğim kruvasanlarınızı, bugün de yemek istersiniz diye."
Derin bir nefes aldı. Bu ne içindi anlayamadı, hatta belki de bu derin soluğu dahi fark edemedi.
Kapıyı açtı hemen.
"Beklettiğim için özür dilerim. Lütfen, bu kadar geç kaldığımda kapının önüne bırakın getirdiklerinizi. Ve lütfen bu kadar çok açıklama yapmayın."
Zoraki bir tebessüm armağan etmesi gerekiyormuş gibi hissetti. Beceremediğini duvarlar dahi görebiliyordu..

Kapının eşiğinde durmayı bırakıp gazetesini ve dün yiyemediği kruvasanını içeriye alıp kapıdakini uğurladı. Ne tuhaf adam, diye geçirdi içinden. Duruşu kalender gibiydi. Yüzündeki neşenin altındaki çizgiler onu ele veriyordu, bu hayatta ekmek parası için çok yorulduğunu.
Dışarıdan görünümü onu bu düşüncelere sevk etmişti.
Elindekileri tıpkı kapıyı açarken ki kayıtsızlıkla berjerin üzerine koydu.
Yine O gelmemişti. Yıllarca O'nu aradı, hep aradı ama artık çok yorulmuştu. Aramayı bırakıp O'nun geleceği günü bekleme kararı aldı. Bu kararı aldığında daha çok gençti. Ve o, zamanın öldürücülüğüne mahkumdu. Hiçbir zaman gelmeyeceğinden korkuyordu. Çok kişi gelmişti, hepsi gitmişti ardından. Ama gelmişlerdi işte...gelmek ve gitmek kelimelerine defalarca şahit olmuştu içinde bir yerlerde. Ama asıl istediği gelmiyordu ona.
Kafasını zihninden geçen düşüncelerinden uzaklaştırmak için hafifçe salladı. O'nun gelmesini beklemek yeterince azap vericiydi yokluğunu hissetmeye gücü kalmamıştı artık..

Doğrulup alamadığı suyu kapıcı sayesinde gücünü toplayarak alabilirdi. Ama içmek istediği bir su olduğunu unutmuştu bile.
Balkona çıkıp sigara içmenin güne dinç başlaması yolunda ilk adımı olduğuna inanıyordu. Sabahın serinliği devam ederken o, içindeki şeyi ısıtmak için sigaraya çıplak bir bedenmiş gibi sarılıyordu parmaklarıyla. İzmaritleri aşağıda var olan insanları düşünmeden parmakları aracılığıyla silkeledi.
Gözleri güneşin ve safi mavi rengin buluşmasıyla oluşan gökyüzüne kaydı. Uyumadan önce bakıştığı yerin tavan değil de gökyüzüne açılan bir mahzen olabilmesi için çok uğraşmıştı. Ama ergenlik çağlarında okuduğu bir kitap ona, dünyanın dilek gerçekleştirme fabrikası olmadığını söylemişti...

Üşüdüğünü hissedip içeriye girdi. Her gününü oluşturan belli başlı rutinleri vardı. Sigara içtikten sonra dişler fırçalanır, yemek saat 14.00'de yenir, ardından günü unutmak adına kitap okunur, sonra bu sarhoşluğundan da duşa girerek ayılınır. Ve bunun gibi defalarca tekrara uğramış yazılı olmayan kuralları...

Karnımdaki Kırık Çekmeceler*Donde viven las historias. Descúbrelo ahora