26.BÖLÜM: "GÖLDE DUYGULAR."

Start from the beginning
                                    

Apartmandan aşağıya indim ancak bir sürprizle karşılaşmayı beklemiyordum. Kapının önünde bir sepet, sepetin içinden sarkan çiçek yaprakları vardı. Şaşkınlığım beni terk edemeden sevimli bir fısıltıyı duydum. "Gül Adam ile Lavinia Kadının isimlerinin hakkını vermesi gerek." Başımı çevirdim. Kalbim gördüğüm güzel görüntüyle göğüs kafesime yumruklarını atmaya başladı. 

"Ne güzel bir sürpriz." Dedim, şaşkınlığımı yüzümden atamayarak. Senin gülümsemene takılı kalmıştı göz bebeklerim. "Bunları eker miyiz?" Sen kalbime kendi tohumlarını ekmişken reddedebilmem mümkün müydü? Seve seve ekecektim. "Reddedebilme ihtimalim varmış gibi konuşuyorsun." Sepetin koluna tutundum. Hadi gidelim, güzel çiçeğim. 

Eymir Gölü'ndeydik. Göl tüm ihtişamıyla gözlerimizi boyuyordu. "Havası güzelmiş." Bizden bir iki adım ötede yürüyen babamla annemden gözlerimi çektim. "Hiç gelmedin mi?" Şaşırmıştım. "Gelmedim." Göl kenarında bir yere sandalyeleri koydular. Etraf normalde olduğundan daha sakindi. Birkaç aileyi gözüm ıssırdı. Buranın daha kalabalık olduğu günleri hatırladım. "Evcimen biriyim. Dışarıya pek çıkmazdım." Canlıydı sesin. "Üniversiteye geçene kadar tabi, sonra ister istemez çıkıyorsun." 

Masayı açtım ve sandalyelerin ortasında bıraktıkları boşluğa koydum. "Hadi bakalım beyler,  gösterin marifetlerinizi." Annem babamla benim elime oltayı tutuşturdu. "Geçen sefer ki gibi yapmayın sakın." Dedi, sinsi gülüşlerinin arasından. Diyeceği şeyi tahmin ediyordum. "Sadece salata yedirmeyin bize." Anneciğim, hiç de mahçup etmez... 

"Bizi kovuyor annen." Babam sesindeki yeşilçamı, adeta yaşatıyordu. "İstenmediğimiz yerde durmayız biz." Omzuma attığı koluyla çekiştirmeye başladı beni. Cevap dahi veremeden, büyük olasılıkla pörtlemiş gözlerle arkamı döndüm. Senin arkamdaki kıkırtılarını kaçırmamıştım. 

"Bak evladım..." Babam oltanın ucuna balık yemişini koyarken gözleri pür dikkat elindeydi. "Bu sefer şu balığı yakalamamız lazım." Sana gözlerini çevirdi. "Ben annene alışkınım rezil olmaya ama sen rezil olma." Gülse mi yoksa ağlasa mıydım şaşırmıştım doğrusu. "Nasibimizde varsa tutarız." Devam ettim. "Ya da rezil oluruz." 

Oltanın ucundaki yemişi sağlam takıp takmadığımı kontrol ettim. Sağlamdı. Eymir Göl'üne doğru dikkatle salladım. İçimden birkaç kes besmele geçirdim. Daha önce bir kez balık tutabilmiştim. Şimdi de tutmalıydım. Arkamda senle annemin gülüşlerini duyabiliyordum. İster istemez yanına gelesim, "Bana da güler misin?" Diye sorasım gelmişti. Kahkahanı görebilmek isterdim. "Şimdi bekleme zamanı." Babam da oltasını atmıştı. 

Yarım saat sonra babamla eski anılarımızı deşmiştik. Elimdeki olta hareketsizdi. "Baba sanırım bugün yine salata yemek zorunda kal..." Mucizevi olarak cümlemin yarısındaydım, olta hareketlenmişti. 

"Baba vallaha tuttuk!" 

"Çek oltayı, çek, çek!" 

"Kendime doğru çekiyorum!" 

Tabiri caizse, elim ayağıma karışmıştı ancak kovamız buna rağmen dolmuştu. 

"Evet, hanımlar!" Babamın yüzündeki o kıymetli 'başardım' ifadesini uzun süre sonra yeniden görebilmek mutluluk vericiydi. "Hayret!" Annem babamın elinden kovaya baktı, babamla uğraşmadan çok bile dayanmıştı. Sizin masanın üstüne kurduğunuz salataya, mezelere göz ucuyla baktım. Enfes görünüyordu.  "Şu balığı pişirelim." Masadan gözümü güç alabildim. 

Bir saat sonra, oturduğumuz masadan yükselen kokular karnımın guruldamasını sağlamıştı. Ayıp olmasa yemeğe saldırabilirdim. Annem hepimizin tabağına balıkları yerleştirdi. Sekiz balık tutmuştuk. Yemeğin sonuna kadar sen be annem hariç babamla ben iki balık yemiştik. Ve seninle yemek yemek, arada bir göz göze gelmek, yediğim yemeğin tadının güzelleşmesini sağlamıştı. 

Akşam gözlerimizin üstüne kızıl bir kepenk yerleştirdiği saniyelerde yemeğimizi yemiş, soframızı toplamıştık. "Çok güzel bir gün geçirdim efendim, teşekkür ederim." Annem babamdan önce davrandı. "Olur mu öyle şey kızım." Kızım, kelimesinin altını çizer gibiydi. Senin de yanakların elma şekeri gibi kızarmıştı. "Bir daha nasipse ailenle gelelim." Bunu söyleyen babamdı. İkisi de inatçıydılar. Bana dediklerini sana da diyerek amaçlarını gerçekleştirmiş olacaklardı. 

"Güzel bir gündü." Senin mutlu oluyor olman beni de mutlu ediyordu. 

"Hıhım, çok güzeldi." Yanaklarındaki o pembelik, geçmemişti. Onlara dokunasım geliyordu. 

"Seni yarın birileriyle tanıştırmak istiyorum." Acaba kiminle tanışacaktım? "Desene seni daha iyi tanıyacağım." Dedim, merakıma yenilmemeye çalışarak. Güzel bir gün daha yaşayacaktık. Bundan emindim.  

"İyi akşamlar, Dikenli Adam." 

"İyi akşamlar, Çiçek hanım." Karşılığı vermiştim. Sen camdan annenin bakışları çerçevesinde evine yol aldın. 

Gözlerimi gökyüzüne çevirdim. 

Yıldızlardan birine senin adını vermiştim. 

*

BÖLÜM SONU. 

Dün biraz rahatsızdım. Kalbimde bir ağrı vardı. Öğle vakitlerinde bunu hissetmiyordum fakat gece vakti sanki kalbimin üstüne oturdu. Sağlık olarak değil, ruhsal bir ağrıydı. O kadar kötü hissettmeye başladım ki en sonunda gözlerimden bir iki damla yaş düştü. Sebebini bilmiyorum bunun. Delirdim sanırım gsdgsdg fakat şimdi iyiyim. Kendimi iyi hissediyorum. Sanırım yorgunluğumun etkisi var o hissiyatımın. 

Ve beni rahatsız eden bir şeyi de söylemek istiyorum. 1.5K okuyucum var. Bölümleri yazıyorum ancak çoğu kişiyi göremiyorum. Sorun bende mi? Kötü mü yazıyorum? Bakın eleştiri kabul etmeyen biri değilim. Kalp kırıcı ve seviyesiz olmadığı sürece herkesin eleştirilerini kabul eden biriyim. Lütfen kendinizi belli edin. Ben de burada yazan birçok insan gibi emeğimin karşılığını almak istiyorum. Sizlerin kalbine dokundukça kendimi iyi hissediyorum. Bu yüzden sizlerden bir ricam var...

Bu bölüme 7 oy, 50 yorum istiyorum. Bence olmayacak bir şey değil :) Yaparsınız siz. :) Sizi seviyorum. 

Çok sevgi... 

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Where stories live. Discover now