Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 2)

Start from the beginning
                                    

Evet evet saf vicdandı, başka bir şey değil.

Mehsa Kılıç... Bu kızı ne zaman görse, üzerinde gereksiz bir neşe olduğunu düşünürdü. Kim hayatın her anında gülmek isterdi ki? Bu kız yapıyordu. Güzel suratı daima bir tebessümle çevriliydi, dolgun dudakları gülümserken daha çekici duruyordu ve mavi gözleri hep ışıl ışıl parlıyordu. Evet uyurken de güzeldi fakat Bars artık bu kızın uzun, kumral kirpiklerinin arasına saklanmış gözlerinin kendisine bakmasını istiyordu. Çok uzun süredir uyumuyor muydu? İçi sıkıldı. Düşünmesi gerekenin sıradan bir kız değil, sarayın kaybettiği kitabın şu an ne durumda olduğu olmalıydı fakat ne mümkün... Aklı dolmuştu bir kere.

Endişe... Bu duyguyu tatmayalı uzun zaman oluyordu. Yirmi yıl kadar uzun bir zaman. Sonrasında endişelenmesine izin verilmemiş, duygusuz bir asker olarak yetiştirilmişti. Altı yaşında ailesinden koparıldığından beri... Hayatta olmayan ailesinden.

Gece ister istemez anıları dolduruyordu zihnine gizlice, istemiyordu hatırlamak ve yüreğini tekrar kanatmak lakin bu mümkün olmuyordu. Aklında dönüp duran kız kardeşinin profili hiç gitmiyordu. Onun da gözleri tıpkı Mehsa'nınki gibi mavi ve parlaktı, annesinden almıştı. Anıları zihninde hayal meyaldi, bir gece vaktiydi. Her zamanki gibi soğuktu, Varilok topraklarının en kuzeyindeki Hander Köyü'nde yaşıyorlardı ve evleri soğuğa dayanıksızdı. Lakin içini ısıtan sevgiyi hatırlıyordu, annesinin hoş ezgileri, babasının anlattığı aksiyon dolu şövalye masallarının eşliğinde, bir battaniyenin altında uyudukları gecelerin sıcaklığını özlüyordu.

Beyni çalkalandı, görüşü bulanıklaştı ve o kara günün acı hatırası yine zihninde canlandı.

Karlı bir "Eylül" gecesiydi. Yanan sobanın çıkardığı çıtırtılar odanın içinde duyuluyor, uyuyanların nefes sesleriyle birbirine karışıyordu. Karanlık evin beyaz duvarında sönmeye yüz tutmuş ateşin dalgalanmaları gölgeleniyordu. Küçük çocuk için bu görüntüyü izlemek güzeldi, gölge oyunu izlemek kadar güzel. Soğuk olduğundan hep birlikte aynı odada yatıyorlardı ama içerideki ikisi çocuk dört kişiyi asla rahatsız etmiyordu bu.

Uykusu kaçan Bars, babasına baktı. Uyanıp kendisine içinde bol şövalye barındıran masallardan birini anlatmasını isteyecekti, aksi halde gözlerini tekrar kapatamayacağını biliyordu. Mahmurluğun etkisiyle avucunu ağzına kapattı, esnedi. Gözlerini sıkıca yumup açtıktan sonra üzerindeki yorganı geriye sıyırıp doğruldu. Babasıyla arasında annesi ve minik, sevimli kız kardeşi vardı, babasıysa yatağın en uç kısmında yatıyordu. Her zaman yorganın en az parçası ona gelirdi fakat Bars babasını öyle güçlü görürdü ki, üşüyeceğine hiç ihtimal vermezdi. Ağzını kapatıp açtıktan sonra bir kez daha esnedi, ardından babasının yanına gitmek için küçük lakin yaşına göre uzun olan bacaklarını yataktan sarkıttı. Tam ineceği sıra odadaki tek pencereden gelen tıkırtıyla durdu, bakışlarını pencereye doğru çevirdi.

Pencere tam üç kere tıklatıldı.

Bars önce anne ve babasına bu tıkırtıyı söylemek istedi, ancak sonra bir şövalye kadar korkusuz olması gerektiğini düşündü. Önce kendisi kontrol etmeliydi.

Yataktan indi, ayakları soğuk betona basar basmaz tüyleri ürperdi ancak bununla ilgilenmeden hızlı adımlarla pencereye doğru yürüdü. Camın önüne geldiğinde, perdeye yansıyan gölgeyi fark etti. Kaşlarını çattı, korkmuyordu. Minik elleri perdenin ucunu kavradı, hafifçe araladı.

O an dışarıdaki siyahlar içindeki kişi avucunu şiddetle cama vurdu ve Bars yerinde sıçradı. "Yardım edin," diyordu pervazı karla dolmuş pencerenin ardındaki kadın biçare haliyle. Titriyordu. "Ta-ta-ta-tatlım." Duraksadı, yutkundu. "Bana yardım et. Annen baban nerede? Lütfen sesimi duyun." İki eliyle olağan gücünü kullanarak cama vurmaya devam etti. Bars ne yapacağını düşündü, yabancılarla konuşmaması gerektiğini biliyordu, onlara kapıyı açmamalıydı; fakat kimsesizleri, acizleri yüzüstü de bırakmamalıydı. Annesi her zaman iyi olması konusunda öğütler vermişti.

KARANLIĞIN ŞEHRİWhere stories live. Discover now