Bölüm Bir - Geri Dönüş

Start from the beginning
                                    

"Efendim Şeymacığım?"

Bir elinde çantanın olduğu paket, diğer elinde kulağına dayadığı telefonla bana doğru yürüyen arkadaşıma baktım. Şeyma demişti.

Ayaklanarak kabanımın cebinden telefonumu çıkarttım, yine sessizde unutmuş olmalıyım ki ekranda 5 cevapsız arama bildirimini gördüm.

"Ah hayatım, sanki bilmiyorsun kızını. Sessizde unutmuştur yine." Mağazadan çıkarken arkama doğru çok konuşma der gibi uzattım elimi.

"Hı hı aynen öyle canım. Kesinlikle bir akşam uğramak isterim, öptüm!"

Elime tutuşturduğu telefonu kulağıma doğru götürdüm. "Efendim Şeyma sultan?"

"Zeynep sen akıllanmayacaksın değil mi? Şu telefonu sessize alma, biliyorsun seni merak ediyorum." Kızgın ses tonu ahizeden yayılırken yüzümü buruşturdum. Son iki yıldır yaptığımız en büyük tartışmalar bu yüzdendi.

"Anne unutuyorum." İşim sebebiyle o kadar yoğun oluyordum ki, hafta sonu kendimi her şeyden herkesten soyutlayasım geliyordu. "Biliyorum, biliyorum ama sende biraz daha dikkat et kızım. Hem iki gündür uğramıyorsun bize, akşam misafirimiz var."

Bir anda değişen ses tonuyla hafif çöpçatan havasına girdiğini hissettim. "Keremler gelecek." Yine başlıyorduk, tam derin bir nefes alıp gelmemek için bahane uyduracaktım ki; "Akşam saat yedi'de evdesin itiraz kabul etmiyorum!" deyip yüzüme kapattı.

Kulağımdan indirdiğim telefonu yanımda yürüyen arkadaşıma uzattım. "Tatlım bunu söylemek istemezdim ama yirmi altı yaşında erişkin bir kadın olarak bu durumdan rahatsız olmuyor musun?" Ne demek istediğini anlamıştım lakin bu kasvetli hava dertleşmek için çok uygun bir zaman gibi gözüktü.

"Anlamadım?" Derin bir nefes alıp gözlerine gelen kısa sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak konuşmaya devam etti .

"Biliyorsun anneni çok seviyorum...ama günde en az üç defa arayıp sana ulaşamayınca çevrendeki herkesi  yönetiyor. Dostum kadın sekreterin ile haftada bir karşılıklı kahve içiyor!" Kafasını olumsuzca iki yana salladı. "Garip, çok garip."

Times Square meydanında hafif çiseleyen yağmur geçmişteki birkaç kötü hatırayı canlandırdı zihnimde. Anneme anlayış göstere biliyordum, bu durumun ömrümün sonu kadar devam etmemesi gerektiğini bildiğim gibi. Bu sefer derince havayı içine çeken taraf ben olmuştum. "Biliyorsun yaşadıklarımız hiç kolay de..." Bir anda önüme geçerek geri geri yürümeyi sürdürdü. "Pek tabii..." Sol elindeki askılı paketin ipi bileğine doğru düştüğünde zihnim konuşurken hareket eden jestleriyle dağıldı. "Ama bu yıllar önceydi, anlıyorum Türkler aile kavramına gereğinden fazla önem veriyor falanda filan. Hiç düşündün mü, saçlarının her ay neden siyaha boyanması gerektiğini?" Baş ve orta parmağını birleştirerek şıklattı, havalanan ince kaşlarıyla beraber, "Ya da koyu kahveye?"

"Çünkü annem..."

"Evet, evet. Tıpkı Kerem ile evlenmen gibi bunu da istiyor."

Arkasındaki direğe toslamak üzere olan arkadaşımı omzunun iki yanından sıkıca tutarak durdurdum. Konuşma artık benim için can sıkıcı olan o boyuta yaklaşmıştı. "Em, ben Kerem ile evlenmeyeceğim ayrıca saçlarımın bu rengini çok seviyorum. Lütfen artık bu konuda konuşmayalım." Onun yavru bir kediyi andıran mavi gözleriyle ses tonumu sert tutmak imkansızdı. Boştaki eli önüme düşen bir tutam ıslanmaya yüz tutmuş saçımı okşarcasına omzumun gerisine attı.

"Anneni ne kadar sevsem de onunla ilişkim seninle olan dostluğumuza dayalı. Lütfen içindeki o cüretkâr kadını konuşturmaktan çekinme."


Son Hislerimde Saklı SenWhere stories live. Discover now