Gözlerimi koyu kırmızı tabeladan çekip dışarıdaki boş masaya çevirdim, kafeye geldiğinde Egemen'in oturmayı tercih ettiği masaya. İçeri girmek yerine orada oturup çay içmeyi ve caddeyi izlemeyi tercih ediyordu ve neredeyse bir haftadır hiçbiri buraya uğramamıştı. Çocuk kaçakçısını yakaladıktan sonra birçok baskına destek ekip olarak katılmışlar, arama ve kurtarma ekibine destek olmuşlardı. İşleri başlarından aşkındı. Polis merkezine gittiğim saatte bile henüz dönmemiş oluyorlardı.

O çocukları tek başıma kurtarmam mümkün değildi fakat polis ekipleri bu işin üzerinden el birliğiyle gelmişlerdi. Bu yüzden mutluydum, bir yandan da öyle bir suçluluk duygusuyla kuşatılmıştı ki ruhum, onların uyuyamadığı her saati kendi uykumdan kesiyor, bir şekilde borcumu ödemeye çalışıyordum. Onlar çocukları kurtarmakla ilgilenirken, belki yardımım dokunur diye düşünerek operasyonlarını uzaktan izlemiş, Ahmet Gümüş'ü bulmaya yoğunlaşarak geçirmiştim bugünleri. O rezil karşılaşma üzerineyse düşünmemeye çalışıyordum.

Derin bir nefes aldım ve aldığım nefesi yavaşça geri verdim. Güneş omuzlarımdaki siyah deri ceketi ısıtarak tenimi kavurmaya başlamıştı. Güneş tepede dik konumdaydı, gözlerini bana dikmişti, geceleri yaktığım mumların hesabını soruyordu sanki.

O sırada olduğum kaldırımın kenarında bir araba durdu. Dikkatim ona yöneldi, kurşun rengi bir Mercedes'ti, camları filmle kaplıydı. Araba tanıdık değildi, gözlerim içgüdüsel olarak plakasına çevrildi. İstemsizce plakayı aklıma not ederken yolcu koltuğundan Hasan, şoför koltuğundan da Egemen indi. İkisini gördüğüme şaşırmış bir halde merakla baktım onlara. Hasan'ın gözlerinde siyah, yuvarlak camlı güneş gözlüğü, Egemen'inkilerdeyse birtakım düşünceler vardı. Gözlerini etrafı incelemek için kullanmadan telefonuna çevirdi ama beni fark ettiğini anlamıştım.

Son karşılaşmamız, beni tanıyan herhangi birinin orada olduğumu görmesini asla istemeyeceğim bir yerde ve yanımda olmasını hiç istemediğim bir adamlayken gerçekleşmişti. Bu durumun verdiği rahatsızlığı henüz üzerimden atmış değildim ama artık sızlanmıyordum da. Anlaşılmak istiyor oluşum, anlaşılmamaya alışkın olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.

Hasan'ın yüzünde bir gülümseme belirdi beni görünce, arabanın kapısını kapattı ve yavaş fakat uzun adımlarla yanıma adımladı. Yüzündeki gülümseme hiç beklemediğim bir şekilde içimi rahatlattı ve bu mimiklerime de yansıdı. Tutuk değil doğal bir gülümseme yerleşti yüzüme. Gözlerini göremiyordum ama hakkımda kötü bir şey düşünmüyor gibiydi. Yalancı gülümsemelerin yüze oturuşlarını ve her bir çizgisini adım gibi bilirdim.

"Tünaydın," dedi tanıdık, neşeli sesi.

Onca iş, stres ve yorgunluğa rağmen onu neşeli görme kendimi daha iyi hissettirdi. "Tünaydın."

Sesimiz Egemen'in dikkatini bize vermesine neden oldu. Hâlâ öylece arabasının yanında dikilirken kapısını kapattı ve telefonunu cebine atıp yanımıza ilerledi. Fakat Hasan gibi neşeli değildi. Düşünceli bir hâli vardı ve onun da bu ifadesi artık tanıdıktı. Sert yüz hatları, ifadesiz yüzünde daha belirgin duruyordu. Canı muhtemelen işten dolayı sıkkındı fakat bana gülümsemeyişini o geceye bağlamaya meylim vardı. Arashi'nin söylediği her kelimenin canımı acıtmak için olduğunu bilsem de yalnızca Egemen'in değil kimsenin hakkımda o şekilde düşünmesini istemezdim. Beni orada öyle görünce kafasında benimle ilgili olan imajım yerle bir olmuştu belki de.

"Selam," dedi yanımıza varınca fakat karşılık vermeme fırsat vermeden devam etti. "Yağmur burada mı?"

Buraya iş için uğradıklarını anlayarak sırtımı dikleştirdim. Yağmur'un ismi hafiften kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu. Tahmin ettiğim gibi, Yağmur'u mu araştırmaya başlamışlardı?

KUZGUNWhere stories live. Discover now