11.BÖLÜM: "RUHUMDA SENİN KİTABIN."

En başından başla
                                    

Senin küçük problemleri bile nedenli kafa yoran birisi olduğunu anlamıştım artık.

Beyefendiye gergin bakışlarımı gönderirken kolumdan çekiştirildiğimi ve o şirin parmaklarının baskısını tüm bedenimle hissetmiştim.

Kalbimi lütfen rahat bırak çünkü birazdan beni nefessiz bırakacak diyemedim. "Gidelim mi?" Sorun çıkacağını hissetmiştin sen de. Fazla uzatmadan geri çekildim ve parmaklarının teması kesilivermişti. Mızmız çocuklar gibi lütfen elini koluma, omuzlarıma yeniden dokundur diyesim gelmişti de yine sustum. "Ben karar veremiyorum bazen işte. Görevli beyefendiyi de iki dakika da usandırdım kendimden. Kabahatli benim aslında."

Suçlu, senin için ruhumun içinde yatan çocuğundu.

Mızmır, şeker dilenen ve sevilmekten iflah olmayan o çocuğundu.

"Problem değil Çiçeğim." Sen konuşmaya başladığında, hatta elinin temasını yüreğinden yüreğime hissettiğimde sancım geçmişti.

"Değil emin miyiz?" İçindeki evhamlı canavarü yatıştırmak adına yeniden dil döktüm. "Gerçekten değilim." Gözlerimi burnuma indirerek şaşı hareketi yaptığımda fısıldadım, "Aha bak kalbime ne yaptın..." Kıkırdayıp da nazlı nazlı arkana dönüp büyük sahafın içinde kaybolurken olduğum yerden hızla harekete geçtim.

Yarım saat her kategorideki kitapları dolaştık. Son bölüme de uğrarken umutsuzdun. "Bir türlü içime sinmedi." Dedin, kararsızlık dudaklarına vuruyordu. Önemli değil dercesine omuz silktim. İçimde bir his burada bulacağımızı söylüyordu.

Ellerimiz raflarda dolanırken istemsizce birbiriyle buluşmuştu.

Gözlerimiz ellerimizin altındaki kitapta toplandı.

Kitabın üstünde kırık bir yazı vardı. Belli ki kitap uzun bir sürü önce basılmış, ikinci el bir kitaptı. İkimizde o an karar vermiştik. Bu kitabı birlikte okuyacaktık. Sessiz bir şekilde kendimize bir yer aradık. Kare şeklindeki masalarda kâh öğrenciler ders çalışıyor kâh insanlar kitap okuyup kahvelerini yudumluyorlardı.

"Sana kahve almamı ister misin?"

"Teşekkür ederim ama gerek yok." Fazla uzatmadan cam kenarı iki kişilik boş bir yer bulduk. Oraya yerleşirken etrafında yavaş yavaş dolduğunu çevreden hafif uğultular yükseldiğini fark ettim.

Yan yana yerdeki mindere oturduk. Omzun omzumu sıyırıyordu. Narin parmakların kitabı sımsıkı tutuyordu. Dudaklarımdam bir nefes verdikten sonra pembe yanaklarını şisirdin ve gözlerinin içindeki duyguları gözlerime sapladın.

"Başlayalım mı?" Dedim, kuruyan dudaklarımı ıslatarak. Heyecanla başını sallarken kitabın yaprakları da aralanmıştı. İkimizde gözlerimizi kitabın ilk sayfasına bakarken cümleler bir yılan gibi kıvrılıp zihnime yerleşmişti.

Boşuna aşk uğruna beyaz sayfalar tükenmemiş.
Boşuna sevmek uğruna Ferhat dağları delmemiş,
Leyla boşuna hasretle beklememiş ve aşk,
Her derdin üzerinden gelebilmekmiş.

"Ne güzel yazmış..."

Dizeler beyne değil kalbe yazılmıştı adeta. "Kim yazmış?" Kitabın ön yüzünü çevirdiğinde ortaya çıkmıştı. "Simge diye bir yazar." Merakım tam olarak gitmesede okumaya ara vermek istemiyordum. Kitap sayları senin ellerinin arasından birer birer geçerken gözlerimiz ve kalbimiz birbirine sıkı sıkı sarılmıştı.

"Sanma ki ben sensizliğe alışırım,
Ben sen var iken senin kalbimdeki sesine aşığım..."

Derin bir denize girmiştik ikimizde. Kulaklarımızı boyayan aralıklı küçük fısıldaşmalar olsa da umursamıyor, tüm kuvvetle itiyorduk. Bir çembere hapsetmiştik kendimizi. Adına sevgi adı verilem o çemberi aşmaların müsade etmiyorduk.

"Okyanus da batar bir gemi.
Senin ruhunda, senin dudaklarında can verir sonsuzluğum.
Ne denizler battı yüreğimde,
Hiçbiri olamadı senin okyanusun."

Satırlar geçiyor, bir yazarın kağıttan düşlerini okuyan gözlerimiz ruhumuzu besliyordu. Bir süre sonraysa sen farkında dahi olmadan omuzlarını omuzlarıma koymuştun. Ya da tamamıyla farkında veyahut bilerek...

Ah kalbim, ben senden çok çektim. Bu şarkı dizeleri sanırım bana ithafendi.

Öyle delicesine bağırıyordu ki kalbim. Saçların, burnumun dibindeydi. Senin göğsünde çarpan kuşların melodisi şimdi benimkiyle beraber aynı telin üstünde şakıyordu. Titreyen parmaklarını görüyordum. Sen de heyecanlıydın. "Şey, rahatsız değilsin değil mi?"

Cesurca bir hareketle kulaklarına doğru dudaklarımı yaklaştırdım.

"Bir ömür boyu yaslansan yüreğimin üstüne rahatsız olmam ben, gurur duyarım."

Donup kalmıştın.

"Şey..." Huzursuca kıvrandın. Utancın yanaklarının pembeliğini arttırdığını biliyordum. Üstüne gelip de seni daha fazla sıkıştırmak istemedim. "Güzel Lavinia'm okumaya devam edelim mi?"

Saatler geçti bu cümleyi sarf ettiğimden sonra.
Aramıza satırlar girdi, cümleler girdi.
Aramıza yeni bir dünya girdi ama sen benim yüreğimdeki dünyadan asla çıkmadın.

Senin omuzlarıma koyduğun omuzlarının ağırlığı ve boynuma yaslanan boynunun hacimli ağırlığı yüreğimin üstündeki o kuşları yeniden harekete geçirdi.

Lavinia'm... Ah ölümü bende yaşatan çiçeğim.

Unutabilir miyim sanıyorsun bu saatleri. Gelecekte bu satırları senin gözlerin okurken biliyorum ki sen de hâlâ bu heyecanınla ortak olacaksın bana.

Kitabın son sayfasına geldiğimde gözlerim bir hayli yorulmuştu.

"Güzelim?" Başımı sana doğru eğdiğimde, kirpiklerinin gözlerinin perdesine bir kepenk gibi kapandığını gördüm. Aklıma gelen ve karnıma kıramplar geçirtecek olan o hamleyi yaptım. Dudaklarım alnına değerken fısıldadım.

"İyi ki ." Dedim dünya dudaklarımın ucundaydı.

"İyi ki." Yeniden doğmuş bir bebek gibi huzurlu ve tasasız.

Üçüncü öpücüğümle beraber tekrardan fısıldadım.

"Benim güzel çiçeğim hayatıma yeniden hoş geldin..."

*
BÖLÜM SONU.

Çiçeklerimizi bırakalım birtanelerim. 🥀

Yazım hatası varsa affola, kontrol edemedim. Sizler beni uyarırsınız❤

Sizleri seviyorum. 💋

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin