"Sen"

2.7K 156 65
                                    

"Günlerden sen, aylardan sen, yıllar zaten sensin."

Yıldız'ın, küçükken babasıyla yapmayı en sevdiği şey takvimi kucağına alıp acaba seneye bu tarihte ne olur? Nerde oluruz? Ne yapıyor oluruz? Diye tahminlerde bulunmaktı. Çocuktu. Bu vesileyle babasına nerelere gitmek istediğini, ne yapmak istediğini anlatırdı. Yıllarca yapa yapa alışkanlık haline gelmişti. Tatil planlarını, yapmak istediklerinı yıllardır hala böyle ayalardı. Bugün günlerden 23 Eylül'dü. Halbuki geçen sene 23 Eylül'de başına bunların geleceğini asla tahmin etmezdi. Değil 23 Eylül, takvimin hiçbir yaprağının geçmişi ona geri getireceğini tahmin edemezdi.

Yıldız: Yenge ben suyu koydum sen kaynayınca demlersin.

Nahide: Sen nereye gidiyorsun?

Yıldız: Duş alıcam yenge sabahtan beri bi ağırlık var üstümde içim sıkılıyor, ruhum daralıyor.

Nahide: Anam yoksa kırmızı kırmızı kafalar veremeden kucağımıza menopoza mı giriyorsun boncuğum?

Yıldız: Yenge!

Nahide: Aman be aman tamam sustum. Fazla kalma akşama düğüne gidecez unutma.

Yıldız: Tamam he tamam darlanıyordum iyice darlandım.

Yıldız banyodan çıktıktan sonra hazırlanıp aşağı gelmiştir. Nahide çayını doldurmuş karşılıklı içerlerken telefon çalar. Arayan Poyrazdır.

Poyraz: Yenge abimin işi uzadı sizi ben götürecem ama benimde işim var geliyorum sizi almaya hazırlanın.

Nahide: Senin işin K harfiyle başlayıp R harfiyle biten bir mollaoğlu çiyanı, abinin işi de uzun bacaklı duj sever bir sarışın olmasın?

Poyraz: Valla benim işimi doğru bildin belki abiminkini de bilmişsindir.

Nahide: Poyraz!
Kapattı sevimsiz
Kalk yengem hazırlan hadi!

Yıldız: E ben böyle gelecem yenge ne hazırlanması?

Nahide: Sahiden böyle mi gelecen yıldız? Mandıraya değil düğüne gidiyoruz düğüne.

Der ve çekiştire çekiştire de olsa yıldızı odaya götürüp kavga dövüşle de olsa hazırlar.
Poyraz gelir, kapıyı çalar. Karşısında Yıldızı  görünce

Poyraz: Abla bu ne şıklık güzellik? Valla hissediyorum bu düğünde sen gelmek bilmeyen gelecekteki eniştemle karşılaşcan

Yıldız: Uhheyy o nasıl laf öyle? Gelmek bilmeyen değil benim gelmesini istediğim enişten diyeceksin.

Nahide: Hadi hadi bu gidişle enişteye geç kalacaz.
(Yıldız gözlerini büyütür)
Şey canım Allah mı söyletti nedir düğüne diyecektim.

Evlenen yıldızın en yakın arkadaşının kız kardeşidir. Düğün başlar, nikah kıyılır takılar takılır, oyunlar oynanır ama gözler hep yıldızın üstündedir. Köyün de köy dışından olan erkeklerinde her daim istediği biri olmuştur Yıldız. Ama bir gün olsun düşünmemiştir bile. Göz hapsinde olduğu insanlar arasında mollaoğulları ailesi de vardır.
Kuzey'in annesi de babası da yıldızı hep çok sevmiş ve kendilerini ona borçlu hissetmişlerdir. Yıllar geçse de belki de yıldız bile onları affetse kusuru yok bilse de onlar oğullarının ayıbını kendi ayıbı bilmiş yıldıza utandıklarından yanaşamamışlardır. Yani Kuzey gidişiyle yalnız Yıldızı nişanlısından değil anne baba olarak gördüklerinden de etmiştir. Kuzey'in verdiği zarar, yaktığı can sahi saymakla biter miydi?
Yıldız hem düğünün sonuna yaklaştıkları için hemde göz hapsinden yorulduğu için yengesine eğilip:
Yıldız: Yenge ben bi lavobaya gidip geleyim sonra da kalkalım olur mu?

Nahide: Tamam boncuğum nasıl istersen.

Düğünde yavaş yavaş misafirler giderken sadece yakın çevre kalmıştır. O sırada düğünün olduğu yere taksi yaklaşır. Taksiden inense hiç kimsenin beklemediği bir isimdir.
"Kuzey Mollaoğlu"
Tek başına terk edip gittiği orduya yanında 3 tane de kızıyla dönmüştür. Arabadan iner inmez ona doğrultulan bakışlar sanki çekeceği çilenin uyarısı gibidir. Hak etmiş miydi Kuzey? Kime göre? Neye göre? Kendini haklı bulduğu davasından arkada kalanları görünce bu kadar paramparça ettiğini görünce yine de haklı bulacak mıydı kendini? Kimden başlamalıydı af dilemeye? Gözünün içine bakan annesinden mi? Yere göğe sığdıramayan babasından mı? Ömür boyunca omuz omuzayız dediği arkadaşlarından mı? Küçücükken bırakıp gittiği kız kardeşinden mi? Yoksa kendisi uğruna gözünü gönlünü ömrünü verdiği nişanlısından mı?
Vicdanın sesi adım atar atmaz bu kadar sarmışken vücudunu yaşayabilir miydi burda? Peki başka çaresi var mıydı? Bu soruların içinde kaybolurken küçük kızı minenin sesiyle irkildi

Mine: Baba, bir şey yapmayacak mıyız kaldık böyle insanların ortasında.

Kuzey: Baba ver elini öpeyim
(eline uzanır)
Uzanır uzanmasına da öpmek için eğildiği elinden yanağına sertçe bir tokat yer.

Şeref: Sen evlat olmaktan ne anlarsın? Sen bu sıfatın ne anlama geldiğini ne bilirsin? Ne bilirsinde utanmadan diline alınır seslenirsin? Sen 20 sene önce babanı kaybettin, bende oğlumu kaybettim. Oğul dediğin babasının gölgesinde ömür geçiren geçirdikçe babasının ömrünü uzatandır. Sen benim ömrümü kısaltmaktan başka ne yaptın? Oğul dediğin babasının göğsünü kabartandır. Sen benim göğsümü paramparça etmekten başka ne yaptın? Oğul dediğin babasının yüzünü güldürendir. Sen arkanda bıraktığın insanlara benim yüzümü eğdirmekten başka ne yaptın? Hangi yüzle geldin buraya bilmem. Ama hangi yüzünle geldiysen geldiğin deliğe eniklerini de al geri dön.

Der ve çeker gider. Kızlar birbirine bakıp korkudan ne yapacağını bilmezken Kuzey'e hoşgeldin deme senfonisi bitmemiştir.
Bu sefer de annesi geçer karşısına

Emine:Neden yaptın Kuzey?

Diye bağırırken Yıldız alana doğru yürümeye başlar. Kuzey adını duyunca durur, durur, durur... Yutkunur. Elini kalbine götürür, gözleri dolar. Hayır der kendi kendine döndüğümde göreceğim yüz onunki olamaz.
Korkarak yürümeye başlar yolu. Kimseden korktuğundan değil. Acısından korktuğundan. Ne olacak şimdi der kendi kendine. İsmini duyduğunda sıkışan kalbim yüzünü görünce ne yapacak? Bu acabayla yürür yürür yürür...
Ve işte o an gelir.
Kuzey karşısındadır.
Ömrünü adadığı, acısını kalbine gömdüğü, yılları ismini geceleri anarak, ağlayarak uyuduğu adam karşısındadır. Sadece yutkunur. Ama öyle yutkunmak değil. Hani insan acı acı yutkunur ya... Kendi ciğerinin kendine yük geldiğini hissederek yutkunur ya. Öyle yutkunur.
Kalbinde hissettiği acıyı hiçbir şey tarif edemezdi
Sadece
"Kuzey"
Diyebildi.
Kuzey ise gözlerine olan aşinalığından olduğu yöne baktı ve direk göz göze geldi Yıldız'la.
Ama bu sefer gördüğü çok başkaydı. Bakan Yıldız o eski Yıldız değildi. O cam gibi gözlerinin kırık kırık olduğu her halinden belliydi. Canının yanmışlığı, ömrünün tükenmişliği, yılların yorgunluğu öyle belliydi ki gözlerinden.
Bir çift gökyüzüne, sonu gitmez geceyi o yerleştirmişti. Bunun bilinciyle buruk bir şekilde
"Yıldız"
diyebildi sadece.
Karşısında 15 yaşında aşkla bakan değil 20 sene görmüş geçirmiş, acı acı bakan Yıldız'a Yıldız dedi.
İki ayrı yürek... Biri paramparça diğeri ise paramparça olduğunu zanneden iki ayrı yürek.
Asıl paramparça olmanın ne demek olduğunu birinin diğerine öğreteceği iki ayrı yürek.
Şimdi ne olacaktı?
Biri diğerinin adını acıyla diğeri onun adını utanarak almıştı ağzına.
Ama bu her şeyin başlangıcıydı.
Bir adım ötesi çok daha "acı" Çok daha "utanarak" olacaktı. Fakat bu sefer Acının da utancında en büyüğü Kuzey'in payına düşecekti.

Bölüm Sonu🌿

EfsunkârWhere stories live. Discover now