İlk Gün

41 1 25
                                    


Not : Linux'a ilk başlayacaklar için Arch Linux seçilecek son dağıtım olabilir, Kali Linux'aysa hiç bulaşmayın, Linux bilenlerce kanser olduğumuz bir dağıtımdır kendileri. Basitten, Linux Mint'ten başlayabilirsiniz.

İlk günümüzde ileriki günlerde yaşanacakların iskeleti olmuşmuştu resmen. Kampa geldiğimiz için kayıt işleri, Eduroam'a bağlanma için ayrı kuyruk ve yarım günlük dersti. Kayıt yaptırabilmek için saatlerimiz olmasına rağmen erkenden gidip kayıt yaptıralım diye düşünsem de Morul gerekli olmadığını söyleyince üniversiteyi gezmeye başlamıştık. Geçen seneden arkadaşları başta bizi sevgili sansalar da, cidden... Bir bakışım yetti. Bu filmlere ve kitaplara özgü bir şey gibi gelebilir, ama "ölümcül bakışlar" gerçek ve işe yarıyorlar. Her ne kadar bazen tuhaf ve komik gözükseler de...

O gün ilk defa kalan günler boyunca yemek yiyeceğimiz yerde yemiştik ; Patista. Tek diyebileceğim şey, Kajun candır, canandır. Yiyin, yedirtin, en doyurucu ve hesaplı bulduğumuz şey oydu. Üstüne ranch sos... Neyse, acıkmaya gerek yok.

Kayıt binasına gidip odayı kaplayan sırayı gördüğümde Morul'a bakışımı tahmin edebilirsiniz. Konuşmamız az çok şu şekildeydi :

Ben : Demek sıra fark etmezdi, ha?

Morul : Hey, diğer zamanlarda da böyle olacaktı!

Bilin bakalım biz tüm kayıt ve irternet işlemlerimizi bitirdikten sonra hangi sıra tükendi? Bizimki! Sağol be Morul!

Neyse, kayıt için herşey yanımda olsa da geçen seneye göre cihazlarımızın mac adresleri de gerekiyordu. Bu da birkaç problemi beraberinde getiriyordu.

Birincisi, mac adreslerimize bakmaya üşenmiştik. Ayrıca benim nasıl bakacağıma dair hiçbir fikrim yoktu.

İkincisi, -geçen bölümde belirttiğim gibi- benim antika bilgisayarım şarja takılı olmadan sadece yarım saat açık kalabiliyordu.

Üçüncüsü, Morul'un da Windows'ta nasıl mac adresine bakacağına dair hiçbir fikri yoktu.

Şansımıza birileri yanımıza gelip yardım edince bilgisayarın kapanmasına son 14 dakika dakika civarı kala mac adresimi öğrenmeyi başarmıştık.

Kayıt sırasına girip kimliklerimizi alınca ne kadar neşelendiğimi gayet iyi hatırlıyorum.

(buraya sonradan fotoğraflar eklenecektir)

Kayıt sırası ve irternet ağına kaydolma sırası ayrı olduğundan yine kuyruğa girmiş, kayıt olmadan irternet sırasına girmenin anlamı olmadığını söyleyip insanlanları uyararak önümüzdeki sırayı hafiflettikten sonra öğrenmiştik ki artık mac adresi gerekmiyormuş...

Muhteşem, değil mi?

Kayıt bittikten sonra yarım günlük derslerimiz için yarım saat kalsa da aktivite merkezine dönüp kırtasiye bölümüne bakmaya gitmiştik; o kırtasiyeye istemsizce aşık olduğumu itiraf etmeliyim. Yaşadığım yerin yakınlarında birçok kırtasiye olsa da aradığımı asla bulamam, ama orada aradığım birçok şeyi bulabilmiştim. İstemsizce bir şeyler almak istiyordum!

İsteğimin saçma bir masraf olacağının farkında olduğumdan ufak ama işe yarar bir şeyler bakmıştım. İlk gözüme takılan şey balonlar olmuştu (evet, çok işe yarar, değil mi?) . Bir mor, bir de mavi balon seçtikten sonra yaka kimlik kartları muhafazalarını görmüş, onlardan da almaya karar vermiştim. Morul balonlara laf etmemiş ama o muhafazalara gereksiz demiş olsa da kendisine de alma nezaketini göstermişti ve bilin bakalım ileride ne oldu? Kamp sonuna kadar kimliğindeki isimler tek silinmeyen ben kalmıştım. Morul da muhafaza takıyordu tabi ama muhafazasının incecik aralığına su dökmeyi başarınca doğal olarak ismi mahvolmuştu. Üstün zekalı, o suyu dökmeyi nasıl becerd... Bovşerin. İlk dersime geçelim.

Tanışma faslımızın ne kadar çabuk geçtiğini gördüğümde ne kadar şaşırdığımı hatırlıyorum. Okuldan kalma bir alışkanlık olarak tanışma faslının  "yarım ders saati" olmasını bekliyordum, oysa herkes kendisini kısaca tanıttıktan sonra derse geçmiştik. Okulun ilk günü herkes öğretmene adını soyadını memleketini söylediği gibi sohbet geçmeden derse geçtiğinizi düşünün. Doğal mı? Açıkçası ben bayılmıştım. Neyse, Linux'a dönelim. Daha doğrusu derse dönelim çünkü ilk dersimiz sanal makine kurulumlarımızı kontrol edip olmamışsa ya da yapamamışsak yardım alarak yeniden yapmaktı.

Bu konuda biraz çuvalladığımı itiraf etmeliyim. Debian ve Ubuntu'yu (iki ayrı Linux işletim sistemi dağıtıcısı) iki ayrı makineye kuracaktık, ama ben sadece Debian'ı kurabilmiştim -ki kurduğum hali bize gereken hali de değildi. Bize sadece panel gerekirken ben masaüstü arkaplanıyla kurmuştum! Ubuntu'yuysa hiç anlamamıştım.

Masaüstü arkaplanının ne zararı var diyebilirsiniz, yanlışlıkla biraz daha "iyi bir versiyonu" yapmışım gibi de gelmişti bana ilk başta ancak gerçekten değil. Eğer yanlış bir komutla bilgisayarınızı uçurursanız önceden aldığınız yedeği geri yükleyebiliyordunuz, ancak kapsadığı alana göre bu biraz uzun sürebiliyordu (en azından anlatılanlardan ben öyle anladım, masaüstü ortamı olan bir sanal makineyi çökertip geriye yedek yüklemedim çünkü) ve masaüstü ortamı gerçekten alan kaplıyordu. Tabi bir Winboş kadar değil, bilmeyenler için söyleyeyim : WinBOŞ adına rağmen bilgisayarınızın depolama alanını SÖMÜRÜR. İşletim sistemi olarak -Linux'a kıyasla- inanılmaz yer kaplar. Örneğin benim kullandığım işletim sistemi 16 GB bir flashbelleğe kurulsa  o 16 GB işletim sistemini çalıştırmaya yetecektir. Çalışamayacak olursa da uyaracaktır. Ancak bunu Winboş'a denerseniz... Gerçekten sağlıklı sonuçlar çıkmaz çünkü Winboş alan yetmiyor bile demeyebilir. Direk flashbelleğinize abanır, hata verir ve zaman kaybettirir. Her neyse.

İlk denemelerimden biri olduğundan mıdır dersiniz, beceriksizliğimden mi ondan ben de emin değilim ama şu sıralar max. 15 dakikamı alan "işletim sistemi kurulumunu" o gün kafayı yiye yiye 6 saatte ancak halletmiş ve kardeşimin kafasının etini yemiştim. Öğle arasında Patista'da prizli yer kapıp kajun bekler/yerken bilgisayarlarla uğraşmak gibisi yoktu. Bana gösteriyor, mantığını anlatmaya çalışıyor ve o da ayrıyetten kafayı yiyordu. Derse de yetiştirememiştik, o ayrı konuydu. Dersin sonunda (sanırım 3-4 saati oralarda harcamıştım) Debian'ı kurmayı başarsam da Ubuntu'yu da kur diye ısrar ettiler.

Yaşasın iki saat daha sanal makineyle uğraşmak... Harika değil mi? Akşam yine kardeşimin başının etini yedim ve o şekilde kurdum. Hemen sonra bana kendin yap diye TeamViewer'dan sanal makineyi silmeye çalışmış olsa da... Daha çok imaydı ama sinir bozucuydu. 3. denememde başarmıştım en azından. Tamamen acemi olunca böyle oluyor sanırım. Ama Morul olmasa o kadar uzun süre uğraşır mıydım tartışılır, direk "mola verip" geciktirebilirdim de. Bir akşamlık süren varken ne kadar geciktirebilirsin tartışılır ama... O tarz üşengeçlik, canın sıkılışı ve heves kaçışını bilen bilir. Birinin sizi arkanızdan ittirmesi her zaman yararlı  olmuştur.

Haa, bir de, ilk geldiğimizde içinde yuvarlandığım eğimli alandaki otluk yer vardı ya? Yurttan otobüs durağına bir merdiven de buldum. Evet, boşuna çimenlerde yuvarlanmıştım. Muhteşem! En azından bir daha yapmam gerekmeyecekti.

İlk günden dediğim gibi, Bolu "esiyor" olsa da akşamları cam açıkken bile ben üşümüyordum. Çünkü bilgisayarımı yatağımın üstüne yarısı kitaplar tarafından havada tutulacak şekilde koyuyordum ve açıldıktan 10 dakika sonra yanmaya başlıyordu. Canım bilgisayarım!

İlk günümü pek net anlatamasam da böyle geçmişti. Kimlik ve irternet kaydı, yanlış anlaşılma düzeltilmesi (ki son güne kadar yetti) , yarım bir ders, sanal makine kurulumlarıyla kafayı yeme, kardeşimi konuşturtmaya çalışırken apayrı kafayı yeme, dünkü çimen faciasının tamamen boşa olduğunu öğrenme ve yatakların olduğu odada diğerleri çalışma alanında çalışırken içeri hava girsin diye camı açık halde ütülenmişçesine ısı saçan bir yatağımda uyumak.

Evet, kesinlikle orada kalırken çok eğleniyordum. Gerçekten.

Linuxçular Arasında Bir GaribanWhere stories live. Discover now