ikinci bölüm ℘

3.3K 438 136
                                    

Bir deliyle geçirdiğim yaklaşık iki saatten ve ağlama krizimden sonra Taehyung'un aramasıyla kendimi iş yerimde buldum. Ben tatil zannederken Tae'nin bugün cuma olduğunu ve işe geç kaldığımı telefonda resmen haykırması elimi ayağıma dolamıştı. Kendimi duşa nasıl attım, bilmiyorum. Işık hızıyla derler ya, tam da o hızda hazırlanıp evden çıkacağım vakit mavi saçlı görüş açıma girdi ve ben ne yapacağımdan emin olamadım. 

Planım onu polise teslim etmekti ama işe zaten çoktan geç kalmıştım. Yanımda onu da götüremezdim, bu yüzden sakin olup onu kanepeye oturttum ve ben gelene kadar hiçbir şeye ama hiçbir şeye dokunmamasını, hatta yerinden bile kalkmamasını tembih ederek evden ayrıldım. 

Ancak tüm gün boyunca aklımdaydı. Bir yabancıya, akıl sağlığı pek de yerinde olmayan bir yabancıya nasıl güvenebilirdim bilmiyorum. Evin, keyfine göre altını üstüne getirebileceği gibi kendine de zarar verebilirdi ve emin olun ikisine de şahit olmak beni mahvederdi.

Keşke, diye düşündüm; evimin her yerinde kamera olsaydı ve ben de ofisimdeki bilgisayarımdan evimi kontrol edebilseydim. Bu sayede işime odaklanabilir ve başka hiçbir şey ile ilgilenmezdim.

Tık tık.

Bir kalemin masama iki kez vurulmasıyla başımı kaldırdım. Yanıma Haejin'in geldiğini görünce kalbim bir an tekledi, ciddiyim. Tüm düşüncelerim böyle su oldu aktı, artık sadece o vardı. Ona kocaman gülümsedim. Gözlerimin parıl parıl olduğuna yemin edebilirdim. Bir elinde masama vurduğu kalem vardı, diğerini ise jilet gibi ütülü takımının cebine yerleştirmişti. Hafifçe üzerime eğildiğinden pahalı parfümünün kokusu burnuma doluyor ve beni mest ediyordu. "Park Jimin," dedi karizmatik sesiyle. "Düşünme, çalış." Ve geldiğini anlamadığım gibi gidişini de anlamadım.

Evet, Haejin'e abayı fena yakmıştım ve bu durumun beni kötü etkilediğinin de farkındaydım ama elimden bir şey gelmezdi, değil mi? Yani, sonuçta âşık olduğumuz insanı seçemiyorduk ve o kişi Haejin gibi sizden çok üstün biriyse platonikliğiniz ile yaşamaya mecbur kalıyordunuz. 

Haejin'e âşık olmaktan dolayı kötü hissetmiyordum, aksine onu sevmek ve bazen (tamam, bazen değil çoğu zaman) onunla ilgili hayaller kurmak da hoşuma gidiyordu (anlarsınız ya). Ancak rütbe farkımızdan dolayı beni asla fark etmiyordu. Onun için şirketteki diğer çalışanlardan bir farkım yoktu ve olsa bile bunu fark edemeyecek kadar iş odaklıydı. 

Umutsuz bir âşıktım.

Ama en azından adımı biliyordu. 

"Ağzını topla, suyu akıyor." Taehyung yanımdan esneyerek geçtiğinde yeniden bilgisayarıma döndüm.  Gün boyu ne zaman onu görsem ya esniyordu ya da avuçları ile yüzünü ovuyordu. Oysa ondan çok daha az uyumuş benim hiçbir şeyim yoktu. En ufak bir uyku belirtisi veya yorgunluk hissetmiyordum ki bu garipti. Başımı bile kaldıramamam lâzımdı benim. 

Başımı hafifçe yana eğip çalışmaya geri döndüm. Bir an için aklımda mavi saçlının beni iyileştirdiğine dair sözler yankılansa da birkaç saniye sonra bu düşünceme sesli bir şekilde kahkaha atmama engel olamadım. 

Eve döndüğümde trafiğe yakalanmamın verdiği doğal sonuçla hava oldukça kararmıştı. Kendimi de iyi hissetmemeye başlamıştım. Tüm gün, evimde yalnız bıraktığım mavi saçlıyı düşünmemek için kendimi işe biraz fazla vermiştim ve bu da başımda bir ağrının oluşmasına neden olmuştu. Kafam zonklarken şifremi girdim. Evin hiçbir odasında herhangi bir ışık yanmıyordu veya yaşam belirtisi yok gibi görünüyordu. Kapıyı iterek açtığımda onun gerçekten gitmiş olmasını dilerken buldum kendimi. Böylece başıma iş almış olmayacaktım veya tatil günümde uğraşacağım bir mesele olmayacaktı.

serendipity | yoonmin ✓Where stories live. Discover now