Zar zor çantamdan çıkardığım telefonu açıp Karan'ı aradım ve telefonu kulağıma yerleştirdim. İkinci çalışta açılan telefonun ardından Karan'ın sesini duymuştum. Olması gerektiği gibi.

"Efendim prenses?"

Görmeyeceği halde göz devirerek "nerdesin? Derste misin?" diye sordum. Karşı taraftan kısa bir gülüş geldikten sonra "derste olsam şu an telefonda konuşuyor olamazdık her halde Gece, kantindeyim" dedi. Aldığım cevapla telefonu hiçbir şey söylemeden kapadım. Zaten çoktan konservatuar binasının önüne gelmiştim bile. Binadan içeri girip kantin kısmına doğru ilerledim. Onların binası bizimkinden farklıydı. Kantin başka bir kapıdan geçtiğimizde karşımıza çıkıyordu ve dışarıda ki bahçeye kadar uzanıyordu.

Daha güzeldi.

Kantine girdiğimde etrafı gözlerimle sadece bir kez tarayarak onları bulabilmiştim. Bahçede oturuyorlardı. Onlara doğru ilerlerken aynı zamanda etrafı gözetliyordum. Ta ki bu eylem birçok insanla göz göze gelmeme sebep oluncaya kadar. Bakışlarımı etraftan çektim ve sadece önüme bakarak onların bulunduğu masaya ilerledim. Yaklaştıkça daha netleşen suratların arasında Ateş yoktu.

Şansım yaver gidiyordu.

Onu görmek istiyordum elbette ancak yakınımda olduğunda rahat olamıyordum. Ve aynı ortam içerisinde Karan'ın da olduğunu düşünürsek onunla karşılaşmak istemiyordum.

Bu yüzden sabahtan beri birkez bile yanlarına gelmemiştim ya.

Tamamen masanın yanına geldiğimde Karan arkasına dönüp bana bakmış gülümseyerek "vay vay vay" demişti. Suratımda tek bir mimik bile oynamazken masada ki boş sandalyeye oturdum.

"Naber prenses?"

Sorusuna cevap vermedim ve  masadaki suratları inceledim. Kutay buradaydı. Alp, yeni çocuk Murat ve Yalçın.

Bir dakika Yalçın mı?

"Yalçın!"

Sevinçli sesimle birlikte yüzümde kocaman bir gülümseme oluşunca Yalçın gülümseyip bana yumruğunu uzattı.

"Bende ne zaman beni fark edecek diye bekliyordum" dediğinde daha çok gülümseyerek bende elim yumruk yapıp ona uzattım ve yumruklarımızı tokuşturduk.

"Naber kenks?"

Sorusuyla gülümseyerek "iyidir senden? Ne zamandır yoksun ortalıkta nerelerdeydin?" diye sordum peş peşe. Ondan bir cevap beklediğim sıra araya başka bir ses girmişti.

"Ulan beni görünce bu kadar sevinmiyor be. Hadi bunu geçtim ben naber diye sorunca cevap bile vermiyor Yalçın bey sorunca hemen patır patır ötüyor. Üstelik ben prensesim diyorum. Kenks ne be!"

Sonda ki tonlaması bu kelimeden iğreniyormuş gibiydi ama kenks kelimesinin ne kadar iğrenç olduğunu bildiğim gibi Karan'ın ve Yalçın'ının bu kelimeyi kullanmaktan zevk aldığını da biliyordum.

Onu yine takmadım. Sebepsiz olsada bugün okula geldiğimizde yaşadığım olaydan sonra Karan'ı takasım yoktu. Ne bu yav. Her gün her gün onu tiye mi alacaktım?

"Kanka ya buralardaydım aslında ama işlerim vardı babamla fala. O yüzden çocuklarla çok sık görüşemedik. Senden ne var ne yok. Kazandın tabi istediğin yeri senden mutlusuda yoktur şimdi" dedi gülerek. Önce başımı sallayarak onu onayladım. Arından "öyle tabi de bugün ne kadar zorlanacağımı anladım. Ama yapacak bir şey de yok. Hayal dedik mi dedik. Bitti" dedim. Sözlerimi bitirir bitirmez "heyt be kimin kankası" dedi. Tepkisine gülmek ile yetindim. Peşi sıra bir posta daha Karan'ın kıskançlıklarını dinlemeye başlamıştık.

Abimin Kankası || TextingWhere stories live. Discover now