13. Sonbahar Yaprağı

29.2K 1.7K 257
                                    

Büyük bir hayal kırıklığı, yalnızca bir his olmaktan çıkıp artık aralarında can bulmuştu. Korkunç bir düşman gibi ortalıkta dikiliyor ve hatta devleşiyordu. Naz, bu gerçeğin kendilerinden izinsizce dillendirmesine karşın Denizhan'a hüzünle bakmaya başlamıştı. Mine, aldatılışının bir konuşmasını yapmadan Tarık'ın utancını üstlenmişti. Omuzları düştü, oğluna uzanmak istediği yerde durup bekledi.

Tarık'ın ailesi dışında herkes yoğun bir şaşkınlık yaşıyordu. Hayret mırıltıları "Ne diyorsun sen?" diye yükselen nidaya karıştı. Bağıran Mine'nin babasıydı. Öfkeli gözlerini Tarık ve Naz arasında gezdirirken "Ulan seni öldürürüm!" diye bir daha bağırdı. "Ne demek lan bu! Ne demek kızın?"

"Bir durun efendim, işin aslı öyle değil..." Hacer oğlunun bu ateş hattında kalmasını istemiyordu. Naz'a öfkeyle bakarken, onun annesinden sonra bir daha hayatlarını bozguna uğratmasına sinir olmuştu. "Geçelim içeri ben size açıklayacağım. Tarık da o sırada meseleyi halledip gelecektir."

"Siz de mi biliyordunuz Hacer anne?" Bu durumu kendisinden saklamaları Mine'nin güvenini iyice kırmıştı. Kalabalığa karışıp Denizhan'ın yanına geçti bu sefer. Gözlerinde titrek ıslaklık tekrardan gitgide artıyordu. "Biliyordunuz ve beni bunu öğrenmekten mahrum mu ettiniz? Size inanamıyorum..."

"Mine, hayatım biz konuşmadan kimsenin söylediğini dinleme lütfen!" diye araya karıştı Tarık. Farkında olmadan Naz'ın kolunu tutup onun kendisinden uzağa gitmesini engellerken karısına korkuyla bakıyordu.

"Sen konuşmak ne biliyor musun ki?" Göğsü hızla inip kalkarken bu bağırıştan dolayı boğazı acımıştı Mine'nin. "Zaten suskunluğundan yaşıyorum bu mahcubiyeti... Senin mahcubiyetini Tarık, benim üstüme yüklediğin..." Eliyle gözyaşlarını temizledi ve içeri geçmeden önce son kez konuştu. "Git ne hallediyorsan hallet ama geri döndüğünde o kadar kolay inanmayacağım sana."

"Mine..."

"Kızını bekletme Tarık, git."

Onca gürültüden sonra ilk kez bir sessizlik baş göstermişti evin girişinde. Mine arkasını dönüp yorgun adımlarla içeri yürüdü. Ailesi de peşinden gidince yaşlı adam, hışımla oğluna döndü. Kaşları hiddetle çatıktı, burnundan soluyordu. "Çabuk yolla şu kızı," dedi yalnız olmalarından fırsat bulup. "Sonra da hemen gel Tarık, kimse için hamile karını bu şekilde koyup benim canımı sıkma!"

İşittiği şeyle Naz'ın gözleri usulca kapandı, başı öne eğilmişti. Dağınık saçları da önüne döküldüğünde kesik kesik soluyordu. Kendisine hiçbir zaman baba olamayan babasının, ikinci kez bu duruma hazırlanması canını epey yakmıştı. Bu yüzden Tarık Sayın'ın kendisini tutuşundan kurtulup kapıyı açtı ve aceleyle dışarı çıktı. Evin ufak bahçesinde hızla ilerliyordu, esen rüzgâr her ne kadar soğuk olmasa da üşümesine sebep olmuştu. Kollarını kendine sarıp yüzünü buruşturdu. "Ağlamamam lazım... Ağlamamam lazım, hayır ağlamayacağım!"

O sırada arkasından Tarık Sayın'ın bağırışını duymuştu. "Naz! Naz bekle..."

Tarık, gitgide uzaklaşan kızının arkasından yetişmeye çalışıyordu. Bu fazla zor olmamıştı çünkü belli ki Naz yorgunluktan dolayı zor hareket ediyordu. Onun yakınına gelince kolunu tutup kendisine çevirdi. Artık yapayalnız yüz yüze geldikleri o an, Tarık'ın uzun zamandır isteyip de cesaret edemediği vakitti. "Naz," dedi yine, sanki söyleyecek başka bir şeyi yokmuş gibi. Hatta pişmanlık bu olsa gerek ya, onun adını unutmadığına bile şükrediyordu çünkü Naz çok uzak bakıyordu. Nefret ediyormuş gibi... Ama benden nefret edeceği kadar unuttum onu, ipin ucunu kaçırdım diye geçirdi içinden Tarık. Bu pişmanlığın da ötesiydi.

AFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin