Bölüm Otuz İki - Kapan

Start from the beginning
                                    

''Hâlâ benden kaçabileceğini düşünüyor musun, cidden?''

Sesi bir kez daha duyulduğunda, ''Neden olmasın,'' dedim ve ona inat yürümeye devam ettim. Fakat attığım iki adım sonrasında karşımda görünmez bir duvar varmış gibi duraksadım. Görünürde bir şey yoktu ancak daha fazla ilerleyemiyordum. Ayağım bir adım daha atmak için öne atıldığı an geriye sekiyordu. Çok geçmeden bunun Alaz'ın şu meşhur gizemli kalkanlarından biri olduğunu anladım ve omuzumun üzerinden çatık kaşlarımla ona baktım. ''Boz şu büyüyü.''

''Efsun,'' dedi sinirinin dizginlerinde olan ses tonuyla. ''Bugün beni yeterince sinirlendirdin, şimdi uzatma ve arabaya geç.''

''Ben sinirlendirmeni gerektirecek bir şey yapmadım!'' diye bağırdım. Esas aşağılayıcı cümleler kuran oydu. ''Ve senin arabana geçmek istemiyorum!'' Tekrar ona sırtımı dönüp avuçlarımı görünmez kalkanına doğru uzattım. Ellerimi kapatıp açarak parmak uçlarımda hissettiğim enerjiyle kalkanı yok etmeye çalıştım. Avuçlarımdan çıkan güç kalkana çarpıyor, fakat elektrik sesiyle birlikte geri tepiyordu. Aynı işlemi birkaç kere yaptıysam da farklı sonuç alamadım.

''Bozamazsın o büyüyü,'' dediğinde ona bakmadım ve başka bir şey düşündüm.

Madem kalkan önümdeydi, ben de o zaman sağımdan ilerlerdim. Bu düşünceyle birlikte sağıma doğru yürüdüm, ama birkaç adım sonrasında aynı şeyle karşılaştım. Soluma yürüdüğümde de durum farklı olmamıştı. Nihayetinde tekrar Alaz'a baktım ve ''Boz şu kalkanı,'' dedim. ''Seninle gelmek istemiyorum diyorum, serbest bırak beni!''

Cümlem noktalanır noktalanmaz benden olmayan bir güçle Alaz'ın kollarına itildim. Gövdem gövdesine yapıştığında kollarını hemen belime doladı ve ''Sen Alaz Şahzade'nin kapanından çıkmayı o kadar kolay mı sandın?'' diye sordu.

Sinirli gözlerim onun öfke ateşinin sönmediği siyah irislerine odaklandığında, ''Bırak beni!'' diye debelendim. Bırakmak yerine beni yerden havalandırdı, dudaklarımdan göğe doğru tiz bir çığlık yükseldi. Gövdem omuzundan aşağı sarkmıştı, başım sırtının hizasındaydı, tek eliyle bacaklarımdan tutarak yürümeye başladığında ayaklarımı sallayıp beni brakmasına neden olmak istedim. Ancak onda herhangi bir olumsuz etki bırakamadım. ''Bırak diyorum sana!''

Yine dinlemedi ve bunun yerine arabanın ön yolcu kapısını açıp beni sertçe içeri bıraktı. İşaret parmağını bana doğru tuttu ve ''Daha fazla sabrımı sınama,'' deyip kapıyı kapattı. O arabanın etrafında döndüğü sıra ben kapı kolunu tutup açmaya çalıştım lakin değil açılmak hareket bile etmemişti.

Koltuğuna oturup arabasını çalıştırdığı an, sinirle ona bakıp ''Zorba herifin tekisin,'' dedim.

''Bunu şimdi fark etmiş olamazsın,'' diye karşılık verdi, gözleri beni bulacağı sıra hemen başımı çevirdim, başka hiçbir şey söylemedim. Mekâna gidene kadar onunla tek kelime daha etmeyecektim, sonrasında da etmeyecektim, zorunda kalmadıkça onunla konuşmayacaktım. Bana söyledikleri, beni ne kadar küçük gördüğü aklımdan çıkacak gibi değildi. En iyisi hiç konuşmamaktı.

Öyle de yaptım, yol boyunca ne onunla konuştum ne de suratımı ondan tarafa çevirdim. Adeta ona sırtımı döndüm. O da konuşmaya çok meyilli değildi, ikimiz de öfkeliydik fakat arada sırada siyah gözlerinin üzerime değdiğini hissediyordum. Umursamadım. Bu orucu bozan ben olmayacaktım.

Sessiz yol bitip arabası nihayet mekanının önünde durduğunda ona hiçbir şey demeden emniyet kemerini açıp onu beklemeden dışarı çıktım. Gözleriyle beni takip etti lakin umursamadım ve hızlı adımlarla Alaz'ı arkamda bırakarak mekânâ girdim. Henüz akşam olmadığından buranın müdavimleri daha gelmemiş, alan henüz dolmamıştı.

KARANLIĞIN ŞEHRİWhere stories live. Discover now