Bölüm Otuz İki - Kapan

En başından başla
                                    

Başımı sallayıp elinden geri çekilerek, ''Oyun mu?'' dediğimde sesim iyice yükseldi. ''Ne güzel bir oyun bu. Tamam o zaman, aynı oyunu benim evime dönmem için gerekli olan kitabı bulmak için yapalım! Bu muhteşem oyunu Cadı ve Caris sarayına girmek için ben de Sıraç'la oynayayım, ne dersin?''

Alaz'ın çenesi kasıldı. Burun kanatları genişledi ve nefes alışları daha yavaş bir hale döndü. ''Aynı şey değil!''

''Bal gibi de aynı şey!'' dedim ve konuyu kapatması için onu üzerimden itmeyi denedim.

Yerinden bir milim bile oynamadı. Onun yerine kollarımdan birini sıkıca tuttu ve bağırarak konuşmaya devam etti. ''Sen zayıfsın Efsun, bunu anla artık! Buradaki kimseyle başa çıkabilecek güçte değilsin! Ben seni saklamaya çalıştıkça sen o işe yaramaz kafanın dikine gidiyor ve kendini sürekli belanın içine atıyorsun!''

Ne aptallığım ne beyinsizliğim ne küçük aklım ne de aklımın işe yaramazlığı kalmıştı. Her cümlesinde beni ve güçsüzlüğümü biraz daha dışa vurup aptal olduğumu düşündüğünü acımasızca dile getirmişti. Boğazıma büyük bir yumru mıhlandı, öfkeyle solurken kolumu ondan çekmeye çalıştım. ''Beni saklamak ya da kimseden korumak zorunda değilsin!'' Kolumu tekrar çekmeye çalıştım ancak ondan kurtulamıyordum. ''Bırak beni!''

Elbette bırakmadı ve onun yerine bana biraz daha yaklaştı, siyah gözlerini gözlerimden ayırmadan, ''Bay Lefter'le konuşup, bu işten vazgeçtiğini söyleyeceksin,'' dedi.

Öyle bir şey yapacak olsam bile, şu saatten sonra asla yapmazdım. Onun korumasına, onun aklına ya da onun güçlerine muhtaç değildim. Sonuçta benim de güçlerim vardı ve istersem bunları geliştirebilirdim. Hem, Karan bana saldırdığında onu uzaklaştıran, onu etkisiz hâle getiren ben değil miydim? Bunu bir kere yaptıysam, geliştirerek daha iyilerini de yapabilirdim. Bu düşüncelerle beraber çenemi dikleştirdim, aynı korkusuz ifademle ona bakıp, ''Öyle bir şey söylemeyeceğim,'' dedim.

Eliyle kolumu biraz daha sıkıp, ''Efsun,'' dediğinde dudakları neredeyse hareket etmedi. Kolumda küçük bir acı hissettim fakat bunu belli etmedim. ''Bu bir istek değil, emirdir.''

Bana emir vererek bir şey yaptıramayacaktı, bu daha çok zıddına gitmemi sağlamaktan başka bir işe yaramazdı. ''Bana emir veremezsin,'' diye diklendim. ''Ben buranın yerlisi değilim. Sen benim prensim değilsin!''

''Bedeninde büyücü kanı taşıyan herkesin prensiyim. Ve sen, beni dinlemek zorundasın!''

''Dinlemezsem ne olur?'' derken kaşlarımı havalandırdım. ''Beni lanetli insanlar zindanına mı atarsın?''

Kapkara bakışlarındaki tehdit unsuru bir an olsun gölgelenmedi. ''Emin ol, o kadar kolaya kaçmam.''

İkimiz de sinirliydik ve ikimiz de hızla soluyorduk. Bana söyledikleri henüz hazmedememiştim, beni bir aptal yerine koymuştu, beynimi kullanamadığımı ima etmişti ve bu sözleri beni oldukça yaralamıştı. Beni bu kadar aşağılık görmesi moralimi bozmuştu. Yutkunup ağlama isteğimi bir kenara attım ve ''Senden korkmuyorum,'' deyip kolumu nihayet elinden kurtardım, yaptığı kapandan eğilerek kurtuldum. Ona arkamı dönüp, neresinde olduğumu bilmediğim ormanın düz yolunda yürümeye başladım. Gözlerim sızlıyordu ve bir an önce buradan kurtulmak istiyordum. Elbette bu yol bir yere çıkardı. Bir daha Alaz'a kesinlikle muhtaç davranmayacaktım. Onu arkamda bırakarak hızla yürümeye devam ettim.

''Nereye gidiyorsun?'' dedi, sesindeki öfke henüz dağılmamıştı.

''Senin olmadığın her yere!'' diye bağırdım ormanı incelemeye devam ederken. Elbet biraz sonra bir başka araba bulurdum. Daha da ne Alaz'ın arabasına biner ne de evine giderdim. Öleceksem de ölecektim, yapacak bir şey yoktu.

KARANLIĞIN ŞEHRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin