Deren biraz sitem, biraz da kırgınlık dolu yüz ifadesiyle konuştu. "Bazen kendimi babamı düşünürken buluyorum. Onu merak ediyorum. Hayatta olduğunu biliyorum. Ölmüş olsaydı annem söylerdi. Sanırım bizi terk etti. Annemin bana açıklayamadığı şey bu olmalı. Ölmüş olsaydı kolayca söyleyebilirdi ama terk edildiğimizi söyleyemiyor. Annem babamı çok seviyor olmalı. Benden gizlemeye çalışsa da babamı sorduğum zaman ağladığının farkındayım. O zamanlarda kendimden çok anneme üzülüyorum. Annemi ağlattığı için, bizi yalnız bıraktığı için hiç görmediğim babamdan nefret ediyorum. Anneme, babamı sorduğumda konuyu değiştiriyor. Onun hakkında tek kelime etmiyor. Annemin beni üzmemek için sustuğunu hissediyorum." dedi.

Derince bir nefesi içine çekti ve devam etti. "Bazen keşke ölseydi diyorum. Çünkü biliyorum ölü olması, yanımda olmamasından daha az acıtır canımı. Hem öyle olsaydı annem de daha az üzülürdü ve onu bana kolayca anlatabilirdi. Artık çocuk değilim bazı şeyleri bilmem gerekiyor ama sanırım annem hâlâ çocuk olduğumu düşünüyor.

Çocukken, okulda beni hep ezmeye çalışırlardı. Babam benim kahramanım değildi. Zaten yokluğuyla beni ezmelerine müsaade eden babam değil miydi İlkokuldayken, öğretmen babamızla yapabileceğimiz ödevler verirdi. O günler hasta numarası yapar, gitmezdim okula. Anneme de bir şey söyleyemezdim, bir köşeye çekilip ağlardım gizlice. Dayıma söyleseydim o yardım ederdi ama öğretmenimiz babamızla yapmamızı söylemişti. Dayım, Burak abimin babasıydı benim değil.

Erkek çocukları saçımı çektiğinde şikayet edebileceğim bir babam yoktu. Okulda bir sorun olduğunda herkes babasını çağırırdı. Ben kimseye söyleyemezdim. Çoğu kez Burak abim anlardı bir şey olduğunu. Hep o yardım ederdi bana. Benim kahramanım Burak abimdi. Saçımı çeken herkesi döverdi.” Elinin tersiyle göz yaşlarını silerken kendi söylediğine gülmeyi de ihmal etmedi.

“Babalar günü yaklaştığında arkadaşlarım heyecanla babalarına hediye alırken, ben hep bir köşede sessizce ağlardım. Annemle birlikte dayım ve dedem için hediye alsak da babama hediye alamadığımız için babalar gününde hiç mutlu olamazdım. Karne günlerinden de nefret ettim hep. Bilmiyorum belki bu yaptıklarım şımarıklıktı ama yanımda olan sevdiklerime rağmen babamın yokluğunu hep hissettim. Küçük bir çocuk için bu tür şeyler çok daha zor okuyor.

Sonra biraz büyüdüm, tüm temiz ve masum duygularımla bir çocuğu sevmiştim. O da yanımda babam olmadığı için, farklı bir şekilde yaklaştı bana. Biri kalbimi kırdığı zaman aklıma babam gelir. Bana en büyük acıyı yaşatan babam yanımda olsaydı kimse beni üzemezdi, diye düşünürüm.

Ortaokulda, katıldığım bir yarışmada 1. olmuştum. Herkes mutlu olmamı beklerken, benim canım çok yandı. Çünkü mutluluğumu paylaşabileceğim, beni kucaklayacak bir babam yoktu. Babam aynı zamanda güzel anlarımın da katili. Fakat sonra bizimkiler gelmişti yanıma. Bir babam yoktu ama çok iyi bir dedem ve dayım vardı. Bir de beni her zaman seven Burak abim vardı. Onlar yanıma geldiğinde ağlamıştım ama babam olmadığı için değil. Böyle güzel bir aileye sahip olduğum için. O günden sonra yanımdakilerin kıymetini bilmeye çalıştım. Babam yoktu ama dedem vardı, dayım vardı, Burak abim vardı. Belki de olmaması daha iyidir diye düşünmeye başlamıştım o dönemde. Artık ondan sadece nefret ediyordum. Gelmesini de kesinlikle istemiyordum artık. Ona ihtiyacım yoktu. Fakat daha çok büyüdüğüm zaman onu yeniden merak etmeye başladım. Şu an sadece çocukken yaşadığım sıkıntılar için üzülüyorum. Bir gün karşıma çıksa onu kesinlikte affetmem ama onunla karşılaşma isteğim hiç bitmiyor. Sadece merak ediyorum onu. Ne yapayım elime değil işte böyle baba kız görünce de aklıma çocukluğum geliyor, tutamıyorum kendimi. "

Onu anlamak için, dinlemeye gerek yoktu. Biz de babasız büyümüştük ve babasızlığın ne demek olduğunu çok iyi biliyorduk. Dudaklarımdan bir hıçkırık döküldüğünde Deren'e baktım. İçindeki acıyı gözlerinden okumak çok mümkündü. Minik burnunun ucu kızarmış, gözleri şişmişti. Turuncu saçlarını kulağının arkasına verdi, içimin titremesine sebep olan söyledikleri mi sesinin titremesi miydi ? Bilmiyordum.

"Mesela eve geç geldiğimde, bana kızan bir babam olmasını çok isterdim." dedi. İnsan elinde olan her şeye şükretmeliydi. Kiminin kızdığı, yakındığı şeyler, kiminin muhtaç olduğu şeyler olabiliyordu. Anne ve babamız yanımızda ve sağlıklıysa bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı.

Göz yaşlarım şiddetini artırırken, Deren'e sarıldım ve kulağına fısıldadım "Seni teselli edebilecek, tek bir kelimem bile olmadığı için üzgünüm. Ama hep yanında olup canının yandığı yerde sana sarılarak, acını dindirmeye çalışacağımı bilmeni isterim." dedim.

Melis de kollarını Deren'in bedenine dolayınca, Deren bir şey söylemez iken Melis ve benim belimdeki kollarını daha da sıkı sarmaya başladı. Bir süre öyle kaldıktan sonra, saçlarına öpücük kondurarak ondan ayrıldık. Derdini anlatmanın ve sarılmanın mucizevi etkisine, ikinci defa şahit oluyordum. İlkini de çocukken Melis de görmüştüm. Deren, artık daha iyi görünüyordu.

••••••••

Dedem, amcam ve şoförümüz Sıtkı amca mangalı kurarken, Melis, Deren, ben ve Burak abim gezintiye çıkmıştık. Yerler sararmış yapraklarla kaplanmıştı. Ayağımızın altında ezilen yapraklardan çıkan ses, çok hoşuma gidiyordu. Etrafımız yarı çıplak ve sarının her tonuyla süslenmiş ağaçlarla kaplıydı.

İlk defa gördüğüm ve adını dahi bilmediğim, çeşit çeşit bitkileri inceliyorduk. Burak abim bir rehber edasıyla bizi bilgilendiriyordu. Bitkilerin çoğunun ismini söylemişti ama şimdiden unutmuştum. Gezintimize devam ederken, diğer ağaçların aksine yemyeşil yapraklarıyla dikkatleri üzerine çeken bir ağaç vardı.

Ağaca doğru ilerlediğimi gören Burak abim, Deren ve Melis beni takip ediyordu. Derimsi yapraklarda elimi gezdirirken, yaprakların oldukça sert olduğunu hissetmiştim.

Burak abim "Bu da yaprak dökmeyen manolya ağacı. İsminden de anlaşıldığı gibi, her daim yemyeşil yapraklara sahiptir. 30-40 metreye kadar yükselirler. Mayıs-Ağustos aylarında da çiçek açarlar. Çiçekleri öyle hassas ve narindir ki koklayınca sararırlar." dedi.

Melis duyduklarından etkilendiğini belli edercesine, "Çok güzel." deyince, Burak abimin yüzünde oluşan belli belirsiz gülümsemeyi fark edebilmiştim. Biraz daha çevrede gezindikten sonra dedemlerin bulunduğu masaya geri döndük. Masaya gittiğimizde dedem ve babaannem bir hamakta uyuyordu. Yengem ve halam kendi aralarında sohbet ediyordu. Amcam ve Sıtkı amca ise mangalın başında, yemeklerle ilgileniyordu.

Yemeklerimizi yiyip, hep beraber bisiklet turuna çıkmıştık. Burak abim ve Deren, bize bisiklet sürmeyi de öğretmişti. İlk başlarda, sık sık düşsek de şimdi ikimiz de iyi gidiyorduk. Küçükken, bir bisikletim olmasını çok istemiştim ancak sahip olamamıştım. Melis ile birlikte yetimhanenin kirli camlarından, dışarıda bisiklet süren çocukları izlerdik. Hep bir bisikletimizin olduğunu ve gün boyu sokaklarda dolaştığımızı hayal ederdik. Bu fırsat daha yeni karşımıza çıkmıştı ve şimdi de bisiklet sürmenin tadını çıkarıyorduk.

••••••••

Pikniğin eğlencesi olan oyunlarımızı da oynadıktan sonra eve dönmüştük. Yorgunlukla kendimi yatağa attığımda, yüzümdeki gülümsemem de hala yerindeydi. Hayatımda, ilk defa pikniğe gitmiştim. İlk defa, ailem olduğunu hissetmiştim. Keşke anne ve babam da aramızda olsaydı diyordum ama içimdeki hüzün eskiye göre bayağı azalmıştı. Artık kendimi daha iyi hissediyordum. ‘Anne ve babam gittikleri yerde beni izliyorlarsa, benim mutluluğum onları da mutlu ediyordur.' diyerek, kendimi avutuyordum.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız sevinirim.

Vote ve yorum yapmayı unutmayınız.

CÜDA Donde viven las historias. Descúbrelo ahora