on üç

3K 444 216
                                    

Çiçekçi dükkanının önünde titrek ellerimle beklerken, bir gül demeti hazırlayan Jeongguk'un keyifli ifadesine şahit olmanın sevinciyle kendimi rahatlatmak için uğraşıyordum. Bir an önce bana gel, demişti. Bir an önce ona gelmiştim. Öyle koştura koştura, acelem var gibi. Dünya olanca görkemiyle üzerimize yürüyor da sonumuz geliyor gibi, ama hayır. Durgundu her yer. Gün aynı gündü, sabah aynı sabahtı ve Jeongguk aynı Jeongguk'tu. Çiçekçi dükkanının önündeki çiçekleri aynı vakarla sulamış, topraklarıyla ilgilenirken yine istemsizce çok fazla gülümsemişti. Ellerine sinen toprak kokusunu sevdiği nasıl da belli oluyordu, derin derin soluklar aldığını izlerken kıkır kıkır gülmemi engelleyemiyordum. Günler, ben onu seyrederken sanki hızlı tren misali geçip gidiyordu ve günlerin yalnızca gözümün önünden geçip gitmesini izlemek istemeyecek kadar fazla sabırsız bir hâl alıyordu, içimde yeşeren Jeongguk'u sevme saadeti.

İçeri bir müşterinin girdiğini işittiğimde bakışlarım aceleyle ses çıkaran kapı ziline yöneldi. Sonrasında Jeongguk'un gözlerinin gelen müşteride, ardından müşterinin arkasında saklanırcasına duran bana çevrildiğini gördüm. Yüzündeki ifade bir anlığına şaşkınlığa evrilse de müşterinin kendisiyle konuşmaya başladığını idrak ederek onda topladı dikkatini. Bu hâline istemsizce tebessüm ettim. Şimdiden yanakları al al olmuş, dudakları beyaz dişleri arasında ufacık sıkışmıştı. Onlar konuşadururken fırsattan istifade ufacık adımlarla önümdeki kadının arkasından çiçekçiye girdim. Jeongguk'un dikkatinin bir anlığına dağılıp gözlerinin bende oyalandığını görsem bile buna aldırmayıp saksıdaki çiçeklerin etrafında döndüm. Merhaba, diye fısıldadım Jeongguk'un çiçeklerine. Jeongguk'unuzu çalmaya geldim.

Dışarıdan aldırmıyor gibi göründüğüme eminim, evet. İçim tam bir afet hâliydi.

Mor renkli olanlar, pembeler, sarılar, beyazlar...Kokulular ve kokusuzlar, desenliler ve desensizler. Hepsi insanın ufkunu genişletebilecek kadar fazla güzelliği kendinde barındırıyordu ve Jeongguk, sahip olduğu tüm çiçeklerden bir şeyler katmıştı benliğine. Şu pembe karanfillerin rengine benziyordu dudakları, şu yaseminlerin beyazlığı kadar parlaktı teni, ve kokular...Her çiçeğin kendine has bir kokusu vardı ve hiçbir çiçek kendinde Jeongguk'un kokusundan bir parça taşıyacak kadar ender değildi. Sanki bütün çiçeklerin kokusu birbirinin aynısıydı ve Jeongguk, onların en zirvesinde olan benzersiz bir kokuya ev sahipliği yapıyordu. Hepsinden en özel, hepsinden güzel. İncelerken bir soru ilişti belleğime, Jeongguk bir çiçek olsa hangi çiçek olurdu?

Jeongguk'u çiçeklere benzetiyor olmak belki biraz garip kaçıyordu. Ama etrafındaki onlarca çiçekle öylesine bütünleşmişti ki onu çiçeklerden ayrı tutamazdınız. O çiçeklerle büyümüş, çiçeklerle bir olmuştu ve şimdi ona baktığım her an bedeninin etrafında uçuşan çiçek yapraklarını hissediyordum. Çiçeklere bürünmüş Jeon Jeongguk'tu o.

Müşterinin dükkandan çıktığını anladığımda bakışlarımı çiçeklerden kaldırıp birkaç adım ötemde duran Jeongguk'un gözlerine sabitledim. Çalan müziği daha çok anımsayabiliyordum ve tanıdık oluşu istemsizce kalbimde bir titreme yaratıyordu. "Abel Korzeniowski" Gözlerinde oyalanmak için fazlaca çekingen olan bakışlarım parmak uçları buz kesmiş ellerimde gezindi. "Sever misin?"

"Hım..." Diye mırıldandı. "Çok severim. Sen sever misin?"

"Evet-" Dedim nefesim bir anlığına konuşmamı bölerken. "Evet, severim." Kaşları yukarı kalktı, başı hafifçe yana yattı ve dudaklarının bir yanı öyle belli belirsiz yukarı hareketlendi. Yüzünün tatlı bir yaramazlık ifadesiyle dolup taştığı her an nabzımın hızının arttığını hissediyordum. Gözleri içindeki bilmişlik ifadesinin böylesine bariz oluşu nefesimi kesiyordu. "Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?" Dedi birkaç adımda yakınıma gelirken. "İstediğin, ilgilendiğin herhangi bir çiçek?"

çiçeklere bürünmüş jeon jeongguk ✓Where stories live. Discover now