*39*

9.1K 383 22
                                    


tgyvdedin ve rukiyekarargun arkadaşlarıma aramıza hoşgeldiniz diyorum ve uzun zamandır beklenen Poyraz beyin hayatı ve düşünceleri için yorumlarınızı bekliyorum. İyi okumalar arkadaşlar...

Not: yeni bölüm çarşamba günü.....:)

  Hayat ince bir urgan üstünde yürüyen, insanların hayatla mücadelesi değil midir? Cehennem ateşinde kavrulan ruhların, cennet hayaliyle yanıp tutuşması gibi ironik bir kısır döngüden ibarettir yaşamlar. Uçurumun kenarında yürüyen bir insanı atlamaktan alıkoyan şey korku mudur? İnanışının verdiği sorumluluk mu? yada ardında bıraktıkları mı? Peki ya korkun yoksa, yada ardında bırakacağın kimsen yoksa ne olacak?

Her gün geldiğim yamacın kenarı, güneşin sıcaklığı ve rüzgarın kokusu bugün de istediğimi vermemişti bana. Aylar geçmiş ama  içimdeki boşluğun bıraktığı acı geçmemişti. Damla damla tükenen umutlar her sabah yeniden canlanıp, her akşam yeniden, ve yeniden son buluyordu. Yine akşam olmuştu, güneş umudum gibi dağların ardında kaybolurken, bütün gün bana ev sahipliği yapan yamaçtan ayrılma zamanı gelmişti.

Ormanın içinde ilerlerken, uzaktan gelen çocukların sesini bir süre durup dinledim. Ergenlik çağlarında olduğu, sesinin çatlak ve sert  çıkmasından belli olan çocuk yanındakine kızıyordu.

"bittin oğlum sen, anam bu sefer gebertecek seni. Sana kaç defa buralarda dolanla demedi mi?"

"söyleme ne olur abi, valla billa bir daha gelmem söz"  küçük olanın yakarışları, yüzümde acı dolu bir gülümseyiş olmuştu. Geçmişin tozlu raflarından önüme düşmüştü sanki çocukluk anıları.  Ben on, Alpaslan abim onüç yaşlarındaydık, babam rahmetli olduğunda. Bu yamacın kenarına babamla ilk kez geldiğim de uçurumun kenarına kadar yürümüştük. Ben yaklaşmaya korkunca bana "hayat bir uçurum kenarıdır oğlum, korku insanı hayatta tutar, ama korkunu kontrol altında tutarsan güçlendirir seni" demişti. Babam ölünce, buraya daha sık gelmeye başlamıştım. Korkularımı yenmek için uçurumun kenarına gelir ve babamın yanıbaşımda olduğunu hayal ederdim. Abim de arkamdan gelir tıpkı bu çocuk gibi beni annemle tehtid ederek çiftliğe geri götürürdü.

Babamın ölümü ile işlerin başına geçen annem, hanım ağa olmuştu. Bir sözü emir, bir bakışı korku vermeye yeterdi. Abim askerden gelinceye kadar bu düzen böyle devam etmişti. Ben şehirde okula giderken, abim fabrikada işleri devralmıştı. Annem her ne kadar iki oğlu da işlerin başında olsun istese de benim hayallerim başkaydı. Okulu bitirince yurt dışına gidecek ve memleketime bir hakim olarak dönecektim. Başvurumu yaptığım okuldan haber gelinceye kadarda kimse bilmedi bu hayalimi. Sonuçların geldiği gün bir bomba düşmüştü Eroğlu çiftliğinin üzerine. Annem tartışmaya bile yanaşmıyor ve kesinlikle olmaz diyordu. Hiç birşeyin onun kararını değiştirmeyeceği de belliydi. Ama bilmediği şey benimde kararımı hiç bişey değistiremezdi.

Annemin son sözü "bu konaktan çıkarsan bir daha sana oğlum demem, hakkımı helal etmem" olmuştu. Buna rağmen gitmiştim, çünkü bu toprakların bir ağaya değil, hak ve adalete ihtiyacı vardı. Zulüm, haksızlık,gasp, hırsızlık heryerde vardı. Daha çocuk yaştaki kızlar para ile satılıyor, zengin fakirin üstünden parasına para katıyordu. Zaman haklının değil zenginin zamanıydı ve bütün bunlara bir yerden başlayıp dur demeliydi insan.

Paris, o kadar güzel ve göz alıcıydı ki, zarif ve narin bir kız gibiydi. Adına şiirler yazılan, türlü aşklara ev sahibi olmuş bir şehir.  Ama yabancıydı, gülümsemeler bile yarım, kokusu bile farklıydı. İlk yılım çok zor geçmişti. Hem okuyup hem çalışıyordum. Hazır paraya alışık olan bünyem, yeni hayatıma alışamıyordu. İkinci yıl okulda tanıştığım Murat'la bir ev tutmuştuk. Hovarda, deli dolu bir çocuktu ama delikanlı bir adamdı. Ailesinin zoruyla gelmişti buraya, okumaktan çok eğlence sevenlendendi. Uzun boyu, atletik ve kaslı yapısı, kahverengi saçları ve açık ela gözleriyle kızların dikkatini çekmekte hiç zorlanmazdı. Sempatik ve şakacı yapısı insanlarla iletişimini kolaylaştırdı. Benim aksime, bir çok arkadaşı ve çevresinde istemediği kadar kız vardı. Benimse tek derdim bir an önce okulu bitirip ülkeme dönmek, kendi topraklarıma yerleşip, hayalim olan mesleği yapmaktı. İkinci yılın sonunda annemden bir mektup almıştım. Beni affetmeye hazır olduğunu, geri dönmemi isteyen bir mektuptu. Galiba annem peşime bir adam takmıştı, zor günlerde olduğumu zannettiği anda da geri döneceğimi düşünüp haber yolluyordu. Böyle düşünmesini sağlayan ise son çalıştığım işten ayrılmış olmamdı galiba. Ama benim derdim sınavları geçmek olduğu için işten ayrılmıştım. Anneme gönderdiğim mektuba, adalet ve hukuk görmeyen bir memlekete ancak bunları sağlayacağım zaman geleceğim yazmıştım. Şimdi düşünüyordum da bu memleket adalet ve hukuk görse bile artık bunları ben göremeyecektim.

ZEHRA*TAMAMLANDI*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin