*3*

25.8K 833 20
                                    

Herkese merhabalar arkadaslar bu hikayeyi çok düşündüm yazmak için,kafamda oluşan  iki kurgudan birini seçmeye karar vererek ancak başlayabildim. Buradan ilk okuruma sevgilerimi iletiyorum  okyanusta_kucuk bu bölüm senin için..

Multimedya da..Poyraz Eroğlu...

Zaman durur mu?
Rüzgar esmeyi bırakır, kalp hızını arttır mı?  İçinden akıp gider mi biseyler ve o koca boşluğu yangınlar kaplar mı?

İçim yandı, kül oldu ve o küller esmeyi unutan rüzgar yüzünden yerlere savruldu. Tüm çiftlik halkı o küllerin üzerinden geçip giderken zaman sadece benim için durdu.

Herkesin çok sevdiği poyraz bey zavallı bir kızın küllerinin üzerine kuş tüyünden bir taht kurdu.

Haberi bile olmadan.....

Yemekler hazırlanmış, tüm ev ahalisi büyük bir suskunlukla işlerini yapmıştı. Mutfakta ki sessiz, ağıt çığlıklarına yağmurun sesi eşlik ediyordu. Arada gök gürlüyor, şimşeklerin sesi bile bu gün çiftliğe çöken kara bulutları dağıtamıyordu.

" Ben gidiyorum zehra, mutfağı sen hal_yola sokarsın hiç takâtim yok bugün"

"tamam emine anam sen tasa etme, ben buraları hallederim, hamuru da mayalarım yarına hazır olur"

Tamam dercesine başını salladı sadece ve avlu kapısından çıktı. Zavallı kadın bütün gün gizli saklı ağlamaktan şişmiş gözleri ve sanki biraz daha çıkmış kamburu ile yaşlanmıştı bir günde. Kolay değildi tabi anası kadar emeği vardı poyraz beyin üzerinde.

Ertesi gün için bazlama hamurunu hazırlamış, mutfağı toplamıştım. Sadece bulaşıkları yıkama kalmıştı ve sonrasında bende gidip yatabilirdim. Dışarıdan gelen gök gürlemesinin ardından elektirikler gitmesiyle korkudan küçük bir çığlık attım. Bir elim göğsümde  bir süre olduğum yerden kımıldayamadım. Biraz kendime gelince el yordamıyla çekmecelerden birinde bulduğum mumu yaktım. Bugün ne kadar uğursuz bir gündü böyle diye düşünmeden edemiyordum.

Bulaşıklar için su almam lazımdı avludaki kuyudan ama oraya gidecek cesareti kendimde bulamıyordum. Geçmişten gelen korkularım peşimi bırakmıyordu bu gecede de.

Karanlık, soğuk ve rüzgar...

Su kocalarını elime alarak avluya açılan kapıya geldim. Bir elimde mum diğerinde kovalar vardı. Mum ile dışarıya çıkamazdım, korkudan burada da bırakamıyordum. Kapıyı açık bırakarak mumu da eşiğe koyarak kuyuya doğru koşar adım gittim. Suları doldurup mutfağa döndüğüm de derin bir nefes aldım.

Mum ışığında bulaşıkları da yıkadıktan sonra son bir kez mutfağa baktım. Eksik bişey yoktu artık bende gidip yatabilirdim. Tam avlu kapısına giderken konağın içinden gelen bir cam kırılma sesiyle yerimden zıpladım. Bu saatte herkes uyuyor olmalıydı o zaman içeride kim vardı. Hırsız olamazdı burası Eroğlu çiftliğiydi kimse buna cesaret edemezdi. Aklıma gelen şeyle panik olarak konağın içine koştum. Ben kuyuya gittigimde kapıyı açık bırakmıştım ışık gelsin diye o arada içeriye kedi girmiş olabilirdi. Eğer öyleyse sabaha emine ana canıma okurdu, o kediyi bulmam gerekiyordu. Aceleyle konağın salonuna kendimi attığımda, karanlık olan odada kediyi nasıl bulacağımı hiç düşünmemiştim.

Her yer karanlıktı ve kırılan dökülen bişey yoktu. Allahım ben nasıl bulacaktım şimdi o kediyi. Salonda olmadığı belliydi ama odalara gidemezdim yukarıya çıkmış olamazdı, ses aşağıdan gelmişti. Etrafa bakarken büyük hanımın  çalışma odasının kapısının açık olduğunu gördüm. Genelde o kapı hep kapalı olurdu çünkü büyük hanım o odayı sadece iş için kullanırdı. Yavaş ve çekingen adımlarla odaya doğru yürümeye başladım. Belki de hırsız konusun da erken konuşmuştum. Kediler girilmemesi gereken odalara girip kurcalayamazdı değil mi?

Açık olan kapıya yaklaştığım da ellerim ayaklarım titriyordu. Ben bir hırsızla nasıl başa çıkabilirdim bilmiyordum ama zaman yoktu kaçabilirdi. Tüm cesaretimi toplayıp açık kapıdan sessizce içeriye başımı uzattım. Pencere açıktı, beyaz küpür perdeler rüzgarla havada dans ederken pencerenin önünde duran adamı gördüm. Yüzü dışarıya dönük, esen şiddetli rüzgara meydan okuyarak öylece duruyordu. Hırsız olmadığı belliydi bu da biraz rahatlamamı sağlamıştı. Bir adım atarak odaya sessizce süzüldüm, kim olabilirdi burada ne yapıyor olabilirdi. Belkide asıl soru ben burada ne yapıyorum olmalıydı.

Odaya bir adım daha attıktan sonra,kapının girişinde ki çalışma masasının üzerine baktım. Elime kendimi savuna bileceğim bişey almalıydım. Divit kalemlik hakiki gümüştendi. Avuca gelen ve ağır bir eşyaydı. Gözümü pencerede hâlâ kıpırdamadan duran adamdan bir saniye bile ayırmadan elimi gümüş kalemliğe attım ve elimde kavradım.

Her ne kadar kendime cesaret vermek için uğraşsam da olmuyordu. Korkudan kalbim boğazım da atıyor gibiydi,kulaklarım uğulduyordu. Ne yapıyordu bu adam neden bu kadar sakin ve kıpırtısız duruyordu.

"kimsin sen" diyen kalın ve sert ses tonuyla irkilmeme neden olan sesi tanımıştım.

Poyraz Eroğlu..

Bir anda elim ayağım birbirine dolandı. Ne söyleyeceğimi bilemeden donup kalmıştım. Poyraz bey iki eliyle sımsıkı tuttuğu pencerenin pervazından tek elini usul usul indirdi. Hafif bir şekilde yan dönerek tekrar sordu.

"kimsin sen dedim"  elimdeki gümüş kalemliği, korkudan terlemiş ellerimin arasından  masaya bıraktım. Bütün bunlar olurken bir saniye bile kırpmamıştım gözlerimi, her hareketini ağır çekimde izliyordum sanki. Rüzgarda dağılmış dalgalı saçları, âsice laf dinlemez çocuk gibiydi. Kuzgunî gözleri, en derin okyanusların diplerinde boğmaya, en ıssız ormanlarda kaybolmaya davet ediyordu. Hem bu kadar anlam yüklü hem de o kadar boş bakan bakışlar nasıl bir insanda olabilirdi. Bu adamın, kaderinin karanlıklarında kaybolmak da benim kaderimdi. Bunu onu ilk gördüğüm an anlamıştım. Sabırsız çıkan sesine bu kez çatık kaşlar da eşlik ediyordu.

"bir kez daha sormayacağım kimsin dedim"

Sesi, çatık kaşları, sert yüzü yetmezmiş gibi bir de gök yüzünün gazabına uğramıştım. Öyle bir şiddetle gök gürlemişti ki ufak bir çığlık duraklarımdan kaçıvermişti.
Poyraz bey sesin geldiği yöne doğru baktı. O an bilmesem kör olduğunu, görüyor zannederdim. Kendinden emin bir şekilde başını dikleştirdi ve bana doğru yürümeye başladı.

Suç üstünde yakalanmış zavallı bir kız çocuğu gibi ürkekçe olduğum yere sinmiştim. Poyraz bey bir kaç adımda karşıma gelmişti ama benim ufacık kalbim bu heycanı kaldıramıyordu. Kaçmak, uzaklaşmak istiyordum buradan ona yakın olmak zavallı bedenime iyi gelmiyordu. Dizlerim titriyor, ellerim ayaklarım birbirine dolanıyor, avuçlarım terliyor en kötüsü de kalbim göğsüme dar geliyordu. Sesimi bulamıyordum bir türlü, konuşamıyordum.

Poyraz bey elini bana doğru uzatınca geri çekilemedim. Arkama aldığım duvar artık kapanım gibi beni yakalamıştı. Elleri, ilk körük almış göğsüme geldi. Nefesim o kadar derin ve hızlıydı ki uzun ve yorucu bir koşudan gelmiş gibiydim. Kapana yakalanan bir serçe gibi çırpınıyordu yüreğim ellerinin altında. Ağır ağır yukarıya çıkan elleri alnımda boncuk boncuk terlere neden oluyordu. Allahım tenime değen eller cehennem ateşi gibi yakıyordu beni.

Omuzlarıma dökülen örgülü saçlarımda oyalandı önce, sonra çeneme değdi parmağı ve yanaklarıma avuçlarını bastırdı. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, işte olmuştu kesin ölmüştüm bu gerçek olamazdı. Nefesimi, kalp atışlarını, dışarıdaki deli rüzgarı hiç birşeyi duymuyordum. Her şey kaybolmuştu ne ses ne nefes sadece o ve ben vardı.

Gözlerini kapattığın da,   ben hala anın büyüsüne kapılmış inatla bu hayalden uyanmak istemiyordum. Elleri alev gibi yanan yanaklarımda duruyordu ve o  daha da yaklaştı ve saçlarımdan derin bir nefes aldı.

Ben daha ne olduğu anlamadan dudaklarından sessizce iki kelime döküldü.

Zambak kokusu.....

ZEHRA*TAMAMLANDI*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin