5; caught in a lie

Start from the beginning
                                    

"İmkanı yok," diye tekrarladım gözlerine bakarken.

"Özür dilerim..."

"Beni tanıyor musun?" diye sordum, omuzlarımın istemsizce çöktüğünü hissediyordum. Hayatından biriydim, ömrünün bir noktasında deneyimlerine karışmış biriydim; bu yüzden bana attığı bakışlarında gizlemeye çalıştığı bir sevgi ve hayranlık vardı. Sevip hayran olduğu ben değildim, benim bu dünyadaki yansımamdı.

Birkaç saniye boyunca sessiz kaldı, ifadesi değişmişti; o kadar küçük bir değişimdi ki onu böylesine dikkatli süzüyor olmasaydım farkına bile varmazdım. Aklında bir şeyleri yoluna koymuş, bilip benden gizlediği şeyleri bir plana oturtmuş, beni sinirlendireceğini düşündüğüm bir karara varmıştı. "Namjoon-ie hyung sana bir kimlik ayarlayabilir." dedi ve benim bir şey söylememe fırsat tanımadan mutfaktan çıktı. Peşinden gitmedim, bu dünyada var olduğumu kabullenmek onu sarsmış gibiydi, derin bir nefes alıp bir kereliğine de olsa ona karşı gelmemek ve onun istediği planı takip etmek istedim. İçimde, bana ait olmayan ses meleğin ne yapar eder, bir yolunu bulur, diye fısıldadı. Jimin ne yapar eder, senin yürüdüğün kaldırım olur.

**

Hayatımın en garip yolculuklarından birine çıkmış gibiydim, melek taksi yolculuğumuz boyunca kendini o kadar kasmıştı ki yüzünün rengi değişmişti. Konuyla ilgili bir yorumda bulunmaktan kaçınıp Namjoon'un evi olduğunu tahmin ettiğim adrese vardığımızda, sağanak yağmurun altında daha fazla ıslanmamak adına beni kolumdan yakalamış ve hızlı adımlarla peşinden sürüklemişti. Zili çaldı, birkaç saniye bekleyip yeniden çaldı, endişeli ve sabırsız görünüyordu; bu duygular yüzünden düşünceleri bulutlanmış gibiydi zira şeytanların bile bu saatte uyuyor olduğunu tahmin edemiyordu.

Kapı bir süre sonra açıldı, Namjoon uykulu haliyle bakışlarını üzerimizde gezdirmiş ve burada ne işimiz olduğunu sormuştu. Kendimi tamamen meleğin fikrine bırakıp onun bir şey söylemesini bekledim, yalvaran bir ses tonuyla "Hyung, yardımına ihtiyacım var." dediğinde göğsümün orta yerinde yoğun bir öfkenin biriktiğini hissetmiştim. Kendini bu kadar ezip karşısındakinin merhametine teslim etmesi beni deli ediyordu. Yardıma ihtiyacı olan bendim, o değildi; ve ben bile ondan yardım isterken böylesine umutsuz bir imaj çizmemiştim.

Ellerim iki yanımda yumruk biçimini almak istercesine kıvrandı, bunu kendine neden yapıyordu?

"Üşüyeceksin, hadi gel." Namjoon bizi içeri davet edercesine kapının önünden çekildiğinde meleğim hemen arkasına dönüp beni kolumdan yakalamış ve kendiyle birlikte evin içine sokmuştu. Namjoon dış kapıyı kapatır kapatmaz onun tarafındaki kolunu meleğin beline attı ve ben ne olduğunu anlamadan onu en yakındaki odaya çekti. Suratıma çarptığı kapıyla olduğum yerde sallandım, öfkeden görüşüm bulanıklaşıyordu. Namjoon-ie hyung'u bana kimlik çıkaracakmış, hah, iç organlarının yerini değiştirdikten sonra çıkarır, tabi.

"Bu çok ayıp, bu çok ayıp..." Kendi kendime fısıldarken derin bir nefes alıp kapıya doğru bir adım atmış ve yüzümü buruşturarak kulağımı yüzeye yaslayacak şekilde öne doğru eğilmiştim. Çoğu inanış sistemi meleklerin insanları koruduğunu savunsa da bizim durumumuzda benim meleğim benim korumama muhtaçtı, bu konu masaya yatırılıp da tartışılması gereken bir başlık bile değildi. Dudaksızın bilgisayarında gördüğü şeyden sonra bu dünyanın beni yok etmeye çalıştığını anlayıp benim için üzülmesi ve buraya gelmeden önce mutfaktayken konuştuğumuzda hayatından biri olduğumu itiraf edip benim için kendini feda etmeye karar vermiş olması – ki ikinci kısmı anlamamak için aptal olmak gerekiyordu, beni anlam veremediğim bir koruma mekanizmasının ortasında bırakıyordu. Benim onu yok edemeyeceğim kadar güçlüydü, ama benim için kendini yok edecek kadar zayıftı. Namjoon ondan bir şeyler saklıyordu, Namjoon ondan tüm benliğini saklıyordu, bir yalan devamında romanlar doğururdu; o şeytanın bu kapının arkasında ona zarar vermeyeceğinin garantisi yoktu. Ona bakışlarında şefkat barındırıyordu, buna şahit olmuştum ama meleğimi gerçekten sevseydi onu böyle bir durumun içinde bırakmazdı. "Bu çok ayıp," diye tekrarladım kulağım kapıya yapışırken. "Ve umurumda değil."

the sixth book // yoonminWhere stories live. Discover now