5; caught in a lie

1.2K 184 110
                                    

  "Uzağı göremiyorsun, değil mi?" Meleğin mutfaktaki sessizliği aniden bozuşuyla bir an için olsa da duraksamış, en sonunda kendimi toparlayarak bakışlarımı bakışlarına dikebilmiştim. "Parlak yüzeyleri de bulanık görüyorsun." diye devam etti ama benden çok kendiyle konuşuyormuş gibiydi. Cevap vermeden yüzüne bakmaya devam ettim, tüm bunları nereden biliyordu? Madem bir melek olduğunun farkında değildi, madem onu Suga olduğuma inandırabilmek için bunca ter dökmem gerekmişti, nasıl olmuştu da benimle ilgili böylesine ayrıntılı bilgileri barındırıyordu o kalın kafasında? "Seni bir göz muayenesine götürmem gerekiyor." diye mırıldandı. "Gözlük takmanın vakti geldi de geçiyor ve- ah, kimlik." Kaşığını masaya bırakıp iç geçirerek avuçladı yüzünü. "Kimliğin yok."

Kaşlarım istemsizce çatılmıştı, benden sakladığı çok şey vardı ve ben bu bilgi karanlığında boğulmak üzereydim. Dudaksız gideli neredeyse bir saat oluyordu ve bu bir saat içinde melek beni görmezden gelmek dışında bir şey yapmamıştı, konuşmak istemiyordu çünkü konuşmaktan kaçındığı bir şey biliyordu.

"Namjoon-ie hyung bir şeyler yapabilir mi acaba?" diye, kendi kendine konuşmaya devam ederek ayaklandı, o şeytanın adını duymamla daha fazla dayanamayarak elimdeki kaşığı sert bir şekilde masaya bıraktım. Namjoon ondan, o benden saklıyordu. Mutfaktan çıkacağı sırada kaşığın masaya çarparken çıkardığı sesle yerinde sıçramış, çekingen bakışları omzunun üzerinden beni bulmuştu. "Nereden biliyorsun?" diye sordum yerimden yavaşça kalkarken. Onu gördüğüm ilk an öldürmeye çalışmıştım, şimdi de beni durduracak hiçbir şey yoktu; tanıştığım en güçlü melek olması dışında, hiçbir şey en azından.

Ağır adımlarla ona yaklaşmaya başladım, beni izliyor olsa da aklının bulunduğumuz anda olmadığı belliydi. Zihninde kopan fırtınaların rüzgarı yüzüme çarpıyordu sanki, onu bana bu kadar yaklaştıran ama aynı zamanda aramıza korkunç bir mesafe koymasını sağlayan şeyin ne olduğunu öğrenebilmek için cinayet işleyecek haldeydim. Suga olduğuma inanmadığı süre boyunca bana karşı öfkeli ve çokça alaycı olmuştu ama ne zamandı ki Suga olduğumu kabullenmişti, işte o zaman gözlerine izi hala geçmeyen bir hüzün çökmüş, dudaklarından çıkan her kelimeye anlamamı istemediğine yemin edebileceğim bir sevgi ve hayranlık bulaşmıştı. Ama neden? "Nereden biliyorsun?" diye bağırdım yüzüne.

Gözlerini korkuyla yumdu, iç organlarımın yer değiştirdiğini hissettim.

Yüz ifademin dağılmaması için, kızgın görünmeye devam etmek için o kadar büyük bir çaba harcamam gerekmişti ki canım acıdı. Karşımdaki varlık korkunun en ufak kırıntısını bünyesinde barındırdığı an benim bünyemde kontrol edemediğim bir koruma mekanizması devreye giriyor, kollarım bedenimin iki yanında ona sarılmanın hasretiyle sızlıyordu. Ve ben bu histen nefret ediyordum. Onu daha kaç gündür tanıyordum ki? Onu aylardır tanıyor olsaydım da düşmanım olmaktan çıkmayacaktı, ne diye ırkı hayatımı mahvetmiş bir varlığa karşı böylesine korumacı hissediyor, onu sahiplenmeye ihtiyaç duyuyordum?

Gözlerini açtı yavaşça. Yalnızca bir saniye için duraksamış, ardından da dolgun dudaklarını aralamıştı. "Sen bu dünyada zaten varsın."

İstemsiz bir şekilde nefesimi tutarken beynimden vurulmuşa dönmüştüm, kurduğu cümle Soona'nın şimdiye kadar anlattığı ve benim portaldan düşüp de vardığım yeri kabullenmemi sağlayan her şeyle ters düşüyordu. Burada zaten vardıysam burası farklı bir gerçeklik değildi, burada vardıysam burası paralel bir evrendi. Ki bu da demek oluyordu ki karşımdaki varlık kendi dünyamda da kanlı canlı bir şekilde yürüyordu. Belki de benim süründüğüm kaldırımlarda. "İmkanı yok," dedim kısık sesle, onunla tanıştığımdan beri bu cümleyi ne kadar da sık kullandığımı fark etmiştim. Bildiğim her şey birer birer yanlış çıkıyordu, bu hissi en son hayal dünyasına sıkışıp kaldığımda tatmıştım ve karşımdaki meleğin, benim meleğimin bir hayalden ibaret olduğu ihtimali beni anlam veremeyeceğim kadar büyük bir boyutta üzmüştü.

the sixth book // yoonminWhere stories live. Discover now