3; 죽지 못해서 살아

1.3K 215 290
                                    

  Kapının önünden duyulan mırıltılarla kendime gelmiş, gözlerimi elimden geldiğince açmaya çalışmıştım. Bayılacakmış gibi hissederken bakışlarım kapıyı bulmuştu, Namjoon diğer tarafta biriyle konuşuyordu. "Bilmiyorum, Taehyung," dediğini duydum. "Hiçbir fikrim yok. Uyuyor olmalı."

Sesi uzaklaşırken başım önüme düşmüştü, kolumdan damlayıp da yere düşen kan lekeleri çoktan kurumuştu halının üzerinde; yenileri eklenmeye de devam ediyordu. Sağlam kolumu kaldırıp elimin tersiyle alnımdaki teri silmeye çalıştım. Tam o an göğsümde bir sıkışma oldu, neredeyse yığılacaktım olduğum yere. Kedi ne halde olduğumu biliyormuş gibi, yaklaşık bir saat önce çıkmıştı kollarımdan, odanın bana uzak bir köşesinde kuyruğunu sallayarak halimi izliyordu.

Ellerimi yere yaslayıp zorlukla kalktım ayağa, gururuma yenik düşmenin vakti gelmişti çünkü meleğe ihtiyacım vardı. Hastanedeyken kanamamı durdurmayı başarmıştı, belki Namjoon da konuyla ilgili bir şeyler biliyor olabilirdi – bana yardım etmeye gönüllü olmayacağını bilsem de bilmediğim bu yerde böyle aciz bir şekilde ölmek istemiyordum. Kan kaybından, hele ki böyle küçük bir yaranın kanamasından kaynaklanan bir ölüm, kendime biçtiğim son kader olurdu ama işte, buradaydık.

Mutfaktan gelen gürültüyle elim kapı kolunda bekledim, hemen ardından dış kapının çarpma sesi gelmiş ve bana beklediğim sinyali vermişti. Namjoon gitmişti, çünkü melek gelmişti.

Koridorda neredeyse harcadığım on dakika ömrümün geri kalanını silip götürmüş gibiydi, görüşümde karaltılar belirmeye başlamıştı. Melek mutfağa girdiğimi fark etmedi, elinde su bardağı, içtiğini bildirircesine şiş duran yanakları ve dalgın bakışlarıyla yaslanmıştı tezgaha. "Melek?"

Zorlukla çıkan sesimden korkmuş, ağzındaki suyu üzerime püskürtmüştü; gözlerim istemsizce kapanırken olduğum yerde sallandığımı hissettim. Birkaç saniyenin ardından tek gözümü açmış, ellerini ağzına kapatmış, şok içindeki ifadesiyle karşılaşmıştım. "Özür dilerim." dedi panik içinde, hemen duvardaki havluya uzandı ve birkaç adımda yanıma gelip omzumu tuttu. Diğer elindeki havluyla yüzümü siliyordu.

Kolumda öyle kocaman kan lekeleri yoktu çünkü yatağına damlamaması için akış hızlanınca yere uzanmış ve halısını batırmıştım. Yine de havluyu boynuma kaydırırken koluma kayan bakışları neler olduğunu anlamış, hemen ardından da gözleri gözlerimi bulmuştu. "İyi misin?"

Bilincimin son kırıntılarının da beni terk ettiğini hissediyordum. "Ben galiba ölüyorum." Öne doğru tökezledim ve görüşüm tamamen karardı.

**

Gerçekten de ölüm gibi hissettiren, bir tane bile rüya görmediğim uykumdan beni uyandıran şey yüksek sesli bir şarkı olmuştu. Uzandığım yerde kıpırdamaya çalıştım, uyanmak çok zor geliyordu.

"Alo?"

Duyduğum sesle hafızam yerine gelmiş, meleğin varlığı tüm hücrelerime yayılarak artık gerçekten de uyanmam gerektiğini hatırlatmıştı.

"Aramıştım. Gerek kalmadı."

Lütfen, diye yalvardım içimden, beni dinleyen herhangi biri, herhangi bir şey vardıysa diye. Lütfen aslında bir rüya görüyor olayım ve uyandığımda gözlerimi Soona'nın odasında açayım.

Ama öyle olmadı. Gözlerimi açınca görüş açımı kaplayan şey kirli beyaz bir tavan oldu; Soona'nın mavi, elmaslarla süslü tavanı değil. Ağlayacakmış gibi hissederken başımı yavaşça yana çevirip kulağına bir telefon dayamış olan melekle yüz yüze geldim. Onu son görüşüme kıyasla oldukça yorgun görünüyordu, üzerinde montu vardı, saçlarının nasıl kabarık olduğunu göz önüne alırsam da ıslanıp bu halde kurumasını beklemiş olduğu sonucuna varıyordum. Ben kendi içimde onunla ilgili bu ufak detayları fark etmeme sinirlenirken "İyi misin?" diye sordu endişeyle.

the sixth book // yoonminWhere stories live. Discover now