karşılaşma

341 12 63
                                    


ilhamkirintisi'na ithafen yazılmıştır.

Zihnimin içinde anılar dolaşırken gümüşservi bir parlaklıkta, gözyaşlarımın artık kolayca hizalanamadığı ıslak kirpiklerim Stockholm'ün solgun güneşinde ışıldıyor. Kış güneşi tenimde yankılanırken sessiz bir çığlık gibi, birkaç saat evvel yaşadığım derin şaşkınlığın bedenimi terk etmesini diliyorum ancak ne denli zor, yalnızca Tanrı biliyor. Üzerimdeki gri kabanın ceplerine sakladığım İskandinav soğuğuyla titreyen ellerimin ucunda anıları saklıyorum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda, ağırlaşan hava burun kemiğimi keskin bir acıyla sızlatıyor, ağlamak istediğimi fark ettiğim o lahza nedenini aradığım burukluğun içinde hayli vakittir solan nefesim tekliyor. Saatlerin, ayların, yılların yaşanmışlığı krem rengi kazağımın altında titreyen boğazıma yerleşiyor acımasızca, kabullenmek istemiyorum. Başımı usulca yere eğdiğimde yürüdüğüm taş kaldırımın sahiplendiği adımlarımın düzensizliğinin nedeni belki budur diye düşünüyorum lakin bilemiyorum. Derin bir nefes alarak kaldırdığım bakışlarımın odağı hayli düzensiz adımlarımın durakmasının nedeni oluyor.

Oh Sehun.

Aramızdaki mesafeye sıraladığı görünmez dağları sırtlandığı omuzlarının kararlı duruşuyla beni yerle bir ederken buğulu gözlerim buz kesiği bakışlarını buluyor. Acı bir gülümseme dudak kenarlarımı bulduğunda titreyen ayaklarımla ilk adımı atıyorum. Zemberek bir soğuğun ortasına serilen anılar, kıvrılan dudaklarımda biriken acıyı katmerlendiriyor.

7 yaşında pencereme ulaşmak için tırmandığı o ağaçtan düştüğü gün ne çok ağladığımı anımsıyorum. Ceviz ağacının dibinde dolu gözleri ve büzülen dudaklarına baktığımda kollarını uzatıp sıyrıklarını gösterişindeki hıçkırığım boğazımı yakıyor. Ağlayarak üflediğim yaralarının hafifliğini büyüyünce idrak etsem de benim için o ağaçtan düşmeyi göze alışının ağırlığı göğsüme oturuyor. Oh Sehun, beni görmeye geldiği gece yarıları o ağaca çıkmasına kızdığım lahzalarda karnıma sarılıp uykum var diyor ki yumuşayıp saçlarını okşayayım, beni kandırmasını ne çok özlüyorum, saçlarına dokunmayı ne çok, kucağımda mayışmasını ne çok.

Üzerindeki siyah kaban dizlerinin altına kadar uzanıyor, güzelliği dizlerimi titretiyor. Tenini örten boğazlı siyah kazağın beyaz boynunu boylu boyunca gizleyişi boynunu ortaya seren vakitlerde kızgınlığımı saklayan anıları koyuyor ellerime, avuçlarım boynunda uzanan belirsiz benlere dokunamayışıyla buz kesiyor fazlası mümkünmüş gibi. Siyah botları ayaklarının altındaki karları eziyor, zavallı kalbimin nefesi kesiliyor. Elleri iki yanında serbestçe salınırken beyazlığı gözlerimi alıyor, mermer bir heykelin sert lakin pürüzsüz dokusunu taşıyan parmaklarını saran damarları fark ediyorum, belli belirsiz sıktığı avcunun akislerinde. Güzel elleri bomboş, ellerimden uzakta şimdi.

Oysa, ellerinin nasıl hissettirdiğini bir ben biliyorum, Tanrı şahit. Uzun parmaklarındaki muntazam boğumların ne vakit kızıla kestiğini, ne vakit üşüdüğünü parmak uçlarının, dokunuşunun altındaki yumuşak gizemi ve hatta şefkati, biliyorum. Ağladığımı bildiği geceler, ayışığını taşıyan penceremden içeriye süzülüp nasıl da sardığını yorgun bedenimi, beyaz ellerinin parlayan gümüş ışıkta nasıl da ıslak yüzümün kıvrımlarında gezindiğini, böylece düzenli bir nefese dönüşen hıçkırıklarımı taşıdığını parmak aralarının, nasıl da okşayarak, sayıklanarak sardığını belki hiç açılmamış yaralarımı, ben biliyorum.

Karşımda nefesi kesilmeden yürüdüğü o yolun aşılmaz sandığım mesafesi azalıyor işte, un ufak oluyor ellerimde. Zeytuni gözleri gözlerimde eriyor, bunca soğuğa inat etmişcesine. Sehun, yüzündeki her çizgide çocukluğumu sakladığını inkar eder gibi bakıyor, gözlerindeki salt nefret benliğimi zehirliyor. Siyah saçları kış ayazında savruluyor, nefes kesici bir ölüm meleğinden farkı yok, büyüleniyorum. Onu ne çok özlediğimi fark ettiğimde duraksayan adımlarımla şaşırıyor lakin gözlerimde dalgalanan silik gözyaşlarını umursamıyor, gözleri ruhumu kesiyor soğukluğuyla.

sillage•oh sehunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin