"Haydaa,nerden çıktı bu şimdi yırtık dondan çıkmış s-" yastığı da kafama attığında saçlarımın üzerindeki havlu sırtıma düşmüştü.

"Gevezelik yap da vurayım seni alnının çatından gerizekalı herif." dedi ve derin bir nefes aldı. "Bak,çocuğu görünce elim ayağım birbirine dolanıyor,kaskatı kesilip yana yuvarlanacağım diye korkuyorum. Bu akşam yemek için buraya davet ettim. Bul şunun bir hal çaresini be Jimin,hadi be Jimin."

Yastığı kenara bırakıp suratıma en geniş gülümsememi yerleştirdim ve bacak bacak üzerine atarak kıkırdadım.

"Şimdi bana,sen bana,yüceler yücesi Jimin'e gerizekalı herif dedikten sonra oldu mu böyle kedi gibi yalvarmalar?"

"Kedi gibi yalvardığımı kim söyledi, kalktığım gibi ayağımın altına alırım seni. Oğlum bak önemli diyorum, abine acımıyor musun?" Koltuğun ucunda oturup önemli ve ciddi mevzular anlatırken tuzluk şeklini verdiği parmakları ile bana bir şeyler izah ediyordu. Demek ki iş ciddiydi. Zaten imkanı yok kıramazdım Namjoon'u. Bu yüzden hızla mutfağa yöneldim ve buzdolabını açtım. Lakin yarım kalmış pizza kutusundan,birkaç kutu bira ve koladan başka hiçbir şey yoktu.

"Dışarıdan mı sipariş etsek?"

Namjoon 'hayal kırıklığısın' bakışlarını üzerimde dolandırırken en temizinin bu olduğuna karar vermiş olmalı ki telefonunu çıkartıp numara aramaya başlamıştı.

Mutfakta elim belimde dikilmek yerine Namjoon'un arkasından salona geçmiştim. Namjoon koltuğun koluna oturmuş birisiyle mesajlaşıyordu. Beni gördüğünde telefonunu kapatıp cebine koydu ve ayağa kalktı.

"Yanında bir arkadaşıyla geliyor,sorun olmaz heralde."

"Olmaz ya,olmaz da... Kim bu? Adı ne? Nerede tanıştınız? Bahsetsene biraz bana." Suratına kocaman ve salakça olduğu uzaktan belli olan bir gülümseme yayıldığında emin olmuştum. Aşık olmuştu işte aptal.

"Bak şimdi..."

🔮

Saat akşam sekizdi ve Namjoon yaklaşık 1 saattir hâlâ Seokjin ismindeki sevdiği adamı anlatıyordu. Gözlerinde fenerler yanıyordu ismini anarken. Aşk böyle miydi gerçekten? En sevdiği grubun konserine çekilişte bilet kazanmış gibi bir heyecanla,hatta bu yanında az kalırdı,onun saçlarının ne kadar güzel olduğunu anlatıyor,sesinin nasıl pamuk gibi olduğundan bahsediyordu.

Daha önce yaşamadığım bu hissi Namjoon dolu dolu anlatırken onu bu kadar mutlu görmenin duygusallığını yaşıyordum. Islanan kirpiklerimi az önce değiştirdiğim gömleğimin manşetine silerken burnumu çektim. Namjoon konuşmayı bırakmış şaşkınca bana bakıyordu şimdi.

"Aptal... Çok güzel seviyorsun,seni böyle görünce duygulandım. Çok sevimlisin." Namjoon genişçe gülümseyip kafamı 'yavrum benim' diye göğsüne gömerken kapı zili çalmıştı.

"Jimin geldiler!"

"Sakin ol. Şimdi kapıyı açacağım ve insan gibi davranacaksın. Tamam mı?"

Ön kapıya doğru yürüyüp sakince kulpu çevirdiğimdeki kapı eşiğinde elinde bir kutu ile dikilen uzun boylu,beyaz gömlekli,siyah saçlı yakışıklı bir beyefendi ile bakışıyordum. Pekala,Seokjin bu ise,neden aşık olunası göründüğünü çok iyi anlıyordum.

"Jimin,dikilmesene mal gibi." Namjoon kulağıma fısıldadığında gülümseyip önüme geçti ve muhtemel Seokjini içeri aldı. Seokjin önümden çekildiğinde,sanki koskocaman dağları aşmış ve arkasındaki manzarayla karşılaşmış gibi bir durumun içine girmiştim. Benimle aynı boylardaki siyah gömlekli,beyaz tenli bir çocukla bakışıyordum.

Pekala,garip bir durumdaydık. İkimiz de konuşmuyorduk ama terlemeye başlamıştım.

Tanrı aşkına,terlemeye başlamıştım.

İki adım daha atıp aramızdaki uzak mesafeyi kapatıp elini uzattı.

"Min Yoongi." Sıradan,sıkılmış,resmi sesi kulaklarıma dolmuştu. Fakat elbette benim kulaklarım bu güzel tınıları öyle algılamamıştı. Birden bire ölümcül bir sıcak basmıştı bedenimi.  Eriyor gibi hissediyordum.

"Park Jimin." Elini havada daha fazla bekletmeden sıktığımda,ah pardon... Sıkmaya çalıştığımızda... İkimiz de aynı anda ani bir hareketle ellerimizi ayırmış ve çatık kaşlarla birbirimize bakmıştık. Elime değen elinden sanki ateş çıkıyordu.

Terleyen avuç içlerimi pantalonuma silip bir adım geri çekildim ve içeri girmesine izin verdim. Salona yöneldiğimizde Seokjin ve Namjoon aynı kanepenin iki ucuna oturmuş muhabbet ediyorlardı. Tekli koltuklardan birine ben diğerine Min Yoongi oturduğunda göz ucuyla bizi izleyen Seokjin'in bakışlarına karşılık verdim.

"Seninle tanışamadık Jimin. Namjoon çok bahsetti senden. Seni çok seviyor gerçekten." Namjoon'a bakıp istemsizce gülümsedim. Eşek sıpasını ben de severdim.

"Ben de kendisini çok seviyorum tabii. Her ne kadar birinden hoşlandığından yeni haberim olsa da..."

"Jimin!"

"Ne? Kızma bana..." dudak büzdüğümde üçümüzde gülüşmüştük. Sadece Min Yoongi öylece bana bakıyordu. Gülüşüm hafifçe tebessüme dönüşürken gözlerimizi ayırmadım. Sonra o da gülümsedi. Tamam,biraz zorlamaydı ama... Sevimliydi.

"Sizi tanıştırmadım. Yoongi orada uzaylı gibi dikiliyorsun yahu! İnsan bir hal hatır sorar hayırsız!" Seokjin hyung elindeki yastığı Yoongi'nin kucağına atarken ses tonu yükselmişti.

"Bu Yoongi. Kuzenim olur. Aranızda birkaç yaş var sanıyorum. Biraz asabidir ama idare-"

"Asabi değilim ben." Çatık kaşlarının altından Seokjin hyung'a bakarken kızgın bir kediyi andırıyordu. Herkes ironik bir şekilde sessizleştiğinde Seokjin hyung tek kaşını kaldırarak yarım kalan cümlesine devam etti.

"İdare edeceğinden eminim. Senin gibi güzel bir çocukla kim anlaşamaz ki? Suratına bak Namjoon,çiğnemek istiyorum yanaklarını!" Yüksek desibelde gülmeye başladığında içimde bastırdığım kahkahayı serbest bırakmıştım lakin hala izleniyordum işte. Min Yoongi orada yarım ağız gülümsemesiyle bana bakıyordu.

"Yemeğe geçelim bence. Ben açlıktan bayılacağım şimdi." Namjoon, Seokjin hyung'un kolundan kaldırıp mutfağa yönlendirirken karşımdaki çocuğa bakmaya devam ettim.

"Etini nasıl seversin?"

"Ne?"

"Nasıl yediğinizi bilemediğim için bütün sosları sipari- aman,hepsinden hazırladım işte. Nasıl yapmamı istersin?" Düşünüyordu. Yani birkaç saniye öylece dana gibi bana bakarken hangi sosu sevdiğini düşündüğünü düşünüyordum.

"Acılı olsun. En acısından."

🌌

OLSUN BAKALIMMM

Rise [bts.(vk.ym + j.n.h)]Where stories live. Discover now