Giriş

339 52 982
                                    

NAXİNTA

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

NAXİNTA

Başkent/Drona Şehri

Kış, 1158

Yüksek bir tepenin üzerine inşa edilmiş olan sarayın etrafı surların yanı sıra büyük ağaçlarla da çevriliydi. Dışarıdan bakıldığında ağaçlar, sarayı sanki değerli bir mücevheri saklamak istercesine çevrelemiş gibi görünüyordu. Dışarıdan bakan bir göz için hiçbir kötülük onları aşıp da saraya zarar veremezmiş gibi bir his uyandırıyordu ama asıl kötülüğün bu saraydan yayıldığından bihaber olanlar yalnızca böyle düşünebilirdi. Kötülüğün kalbi, Cornelia Gordon'a göre bu sarayda atıyordu ve her bir ferdini yavaş yavaş karanlığıyla boğuyordu.

Buraya ilk geldiği zamanları anımsadığında yüzünde oluşan gülümseme geçmişin tatlı anılarının üzerinde bıraktığı histen kaynaklanıyordu ama şimdilerde gülmek şöyle dursun, bu sarayda nefes almak bile ona zor geliyordu. Taş duvarların arasında hayatının solduğunu düşünüyordu ve artık buradan kurtulma şansı da yoktu. Çünkü birkaç gün içerisinde Prens Aeric Targon ile evlenecek ve görünmez prangaları artık resmiyete dökülerek görünür kılınacaktı.

Genç kız pişmanlıklarla doluydu. Aklının ve kalbinin karmakarışık olduğu bir anda kendisini Aeric'in kollarına bırakma gafletine düşmüştü. Birlikte geçirdikleri anlar çok da kötü değildi, aksine Cornelia aslında her anından keyif almıştı ancak bu tatlı hülyadan uyandığında her şey için çok geçti. Aeric'in bebeğine hamileydi ve evlilikleri de kaçınılmazdı.

Bu saraya ilk geldiğinde ne babasının aklında böyle bir şey vardı ne de kendisinin. Gordon ailesi bir taraf olmak durumuna kalmışlardı ve desteklerini sunmak üzere Naxinta'ya geldiklerinde, kendisinin sarayda kalması da uygun görülmüştü. Bir misafir miydi yoksa anlaşmayı diri tutan bir esir miydi işte orası muammaydı. Kendisine çok iyi bakıldığı bir gerçekti ama gitmesine de izin verilmemişti. En nihayetinde Cornelia da genç bir kız olarak sarayın ve erkeklerinin büyüsüne kapılı vermişti. Başlarda kalbi başka birisi için çarpmıştı. Ayakları yerden kesilmiş ve aşkın amansız bir müridi oluvermişti, ancak karşılığını istediği gibi alamadığı bu aşk onu yerle bir etmişti. Kafası karışmış ve duyguları darmadağın olmuştu. O esnada ilgisini üzerinden hiç çekmeyen Aeric ise kendisine cazip gelmişti. Biraz daha aklı başında olsaydım belki de bunların hiç biri olmazdı, diye düşünmeden edemiyordu. Kendisine kızıyordu ama artık geri dönüşü yoktu. Olacakları ve geleceğini kabullenmekten başka şansı yoktu.

"Bebekten kurtulursan, buradan da kurtulursun," demişti Aerios Targon, duygudan yoksun bir tonda. "Gitmek istiyorsan, bizim olanı bırakmak zorundasın."

Prensesin sözleri onu dehşete düşürmüştü ama bu sözlerini de düşünmeden edememişti. Kurtulması çok kolaydı. İçeceği özel bir çaya bakardı ama Cornelia ondan kurtulmak istememişti. İçinde bir yerlerde ona karşı derin bir sevgi oluşmaya başlamıştı ve garip bir şekilde onu savunması gerektiği hissine kapılmıştı. Anneliğin nasıl bir his olduğunu bilmiyordu. Gerçek annesini tanıma şansına hiç erişememişti ama teyzesi ona çok iyi  bir annelik yapmıştı. Bu hayatta en büyük şansının o olduğuna her zaman inanmıştı. Glennis Gordon onu geri istediğini defalarca kez bildirmişti ama Naxinta bu konuda katıydı. Kızını, annesine bir türlü kavuşturmamışlardı. Cornelia, annesini son gördüğü günün o melun gün olduğunu bilseydi şayet ona daha çok sarılır ve öpücüklere boğardı. Babasıyla kaleden ayrıldığında belki de son kez doya doya etrafına bakar ve kardeşlerine hakkıyla veda edebilirdi ama bunların hiçbiri mümkün olmamıştı. Ailesine dair annesinden sonra en çok özlediği kişi de hiç şüphesiz ki beraber büyüdüğü ve kardeşim dediği Eranthe'ydi. Oysa şimdilerde ikisi de bir savaşın iki farklı cephesindeydiler. Eşleri birbirlerinin en büyük düşmanı, halkları ise birbirilerini boğazlamayı bekleyen kurtlar ve aslanlardı.

MAVİ ALEV • Kraliyet UğrunaWhere stories live. Discover now