Bölüm Yirmi Beş - Kadmos

En başından başla
                                    

Genç kız, kucağımda küle dönüştü. Ondan geriye avucumda kalan iki tutam külü rüzgar aldı, götürdü. Avuçlarım göğe doğru açık kaldı. Son sözleri kulaklarımda yankılandı...

Bölüm Yirmi Beş - Kadmos

Yedi Yıl Önce

Zeyhan'da hava hiçbir zaman aydınlık olmazdı. Yağmur yağmadığı günler bile kasvet terk etmezdi şehrin, grileştirdiği beyaz göğünü. Binalar kocamandı, öyle büyüktü ki bazılarının çatıları göğe karışır, bulutlar en üst katını gri, kirlenmiş bir pamuk gibi çevrelerdi. Ben o koca binaların altında kendimi küçük, değersiz, güçsüz bir hamam böceği gibi hissediyordum.

Bir suçlu gibi tek çıktığım, çıkabildiğim yer burasıydı; diğerlerine göre daha kısa olan müstakil evimizin yapay çimlerle yeşertilmiş bahçesi. Bu çimlerin yeşilliğini sadece ilk yaptırdığımız gün görmüştüm. Çoğu zaman üzerini şimdi de olduğu gibi kar kaplardı.

Kar, beyazdı. Ama yetmiyordu işte, şehri aydınlatmaya yetmiyordu. Gün ışığına hasrettim, ama gittiğim her yer kararıyordu.

Bahçenin koca duvarlarının önünde siyah eldivenlerle kaplanmış ellerimi duvarın üzerine koymuş bir şekilde dışarıyı izliyordum. O an sol bileğimi kaldırıp saatime baktım. On ikiye beş dakika vardı. Beş dakika sonra annem ya da babam yanıma gelecek,  beni eve sokacaklardı. Onlar gelmeden içeri girmek istiyordum çünkü birilerinin emriyle, isteğiyle, diretmeleriyle bir iş yapmayı sevmiyordum. Bunu kendime yediremiyordum.

Kapalı bir zindana girmeden önce aldığım son nefesmiş gibi çektim buz gibi havayı içime, soğuk ciğerlerimi yakarken içimde tuttuğum nefesi serbestçe bıraktım. Bir gün bu nefesi, beş dakikam kaldığını düşünmeden almayı istiyordum.

Kolumdaki saat tirediğinde üç dakikam kaldığını anladım. Daha fazla durmayı düşünmeden, arkamı dönmek için hareketlendim. Ancak tam da o an, bahçe duvarının dışından gelen hışırtıyla duraksadım. Kaşlarımı çattım ve omuzumun üzerinden arkama baktım.

Yerde, karların üzerine gövdesi üstü düşmüş, kafasındaki şapkası arkaya doğru kaymış bir kız bedeni gördüm. Başı bana doğru çevriliydi, baygın gözleri bana bakıyordu. Küçük dudakları titriyor, bir şey söylemek ister gibi açılıyor, ardından geri kapanıyordu.

''Hey!'' dedim duvarlardan tutunarak hafifçe eğilip yerdeki bedene bakarken. ''İyi misin?''

Kızın zayıf, bir ölününki kadar cansız eli havaya doğru kalktı. Birkaç kez aynı şeyi fısıldadı. ''Soğuk,'' dediğini zor anlamıştım. ''Yardım et...'' diye fısıldadığında, onu annemlere söylemek için arkamı döndüm. Bu sırada zaten evden çıkıp bana doğru gelen anne ve babamla karşılaştım.

''Efsan,'' dedi annem tok sesiyle. Parlak kahverengi gözleri üzerimdeydi. ''Vakit doldu kızım.''

Kafamı ''tamam,'' anlamında salladım. Sonra başımın üzerinden arkama baktım. ''Anne,'' dedim gözlerim tekrar kızı bulurken. ''Ona yardım etmeliyiz.''

İkisinin de bakışları kıza ilişti, ardından birbirlerine, ''Ne yapmalıyız?'' der gibi baktılar. Babam, gözlerini onaylarcasına kapatıp açtığında annem içten bir tebessüm gönderdi ona.

''Gel kızım, biz içeri girelim, baban ona yardım edecektir.''

''Ben de gideyim...'' dedim, fakat bu kabul görmedi. Israr etmedim, bir an önce kıza sahip çıkmaları için sustum ve itiraz etmedim. Annemle evin içine girdim. Hemen cam kenarına geçtim, babamı izledim.

KARANLIĞIN ŞEHRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin