Bölüm Yirmi Dört - Kül

Start from the beginning
                                    

Karan'ın gönderdiği nottan Alaz'a bahsedip bahsetmemeyi birkaç saniye düşündüm. Ancak bana burada yardım edebilecek tek kişi oydu, bunu biliyordum ve artık hiçbir gelişmeyi ondan saklayamazdım, ondan saklamanın yararıma olmayacağını biliyordum. Bundan dolayı sağ elimdeki notu havaya kaldırdım ve ''Bana gelen notu okuyordum,'' dedim sesime az bir miktarda heyecan katarak.

Bana doğru gelmeye başladı, aynı zamanda kavisli kaşları hafiften çatılmıştı. Elindeki yiyecek paketini yatağın üzerine bıraktıktan sonra tam tepemde durdu. ''Ne notu?''

Ellerimle yerden destek alarak ayağa kalktım, kalçamdaki acı kendini tamamen yok etmişti bu yüzden bir sorun yaşamadım. Boyunun uzunluğundan dolayı başımın ancak omuzuna yetiştiği Alaz'a bakarken, sağ avucumu ona doğru uzattım. Gözleri anında kağıda yöneldiğinde açıkladım. ''Karan yaralandığımı öğrenmiş ve bana bir not yollamış. Güzel haber, beni sarayına davet...''

Alaz'ın elimdeki notu bir hışımla almasıyla açıklayıcı cümlemi yarıda kesmek zorunda kalmıştım. Beklemeden yazıları okumaya koyuldu. Bense bu sırada, ''Harika bir gelişme, değil mi?'' diye sordum.

Yazıları okudukça ifadesinin rahat bir hâl alacağını düşündüğüm Alaz'ın, aksine kaşları daha da çatıldı, elindeki notu buruştururken, ''Sikik yavşak Karan,'' diye mırıldandı.

Tepkisinin neden bu yönde olduğunu anlamamıştım. Onun da sevinmesi gerekmiyor muydu? Nihayetinde hepimiz o saraya nasıl girebileceğimizi düşünüyorduk ve bu altın bir biletti. Yani, öyle olacağını düşünüyordum. Fakat Alaz'ın tepkisi, bunun tam tersi olduğunu söylüyordu. Gözlerimi kısarak, ''Sevinmedin mi?'' diye sordum.

Kafasını bana doğru kaldırdı. ''Neyine sevineceğim?'' dedi tersler gibi, sesi oldukça sert çıkmıştı. ''Karan'ın kaslan olayını öğrenmiş olmasına mı?''

Siyah gözlerine öyle bir öfke bulutu yerleşmişti ki, bir an Karan'a bu olayı anlatan benmişim gibi gerilmiştim. Dudaklarımı birbirine bastırıp yutkundum. Sonra nefeslendim. ''Elbette hayır. Ama beni sarayına davet etmiş, yani kitap...''

''Unut bunu,'' dedi Alaz, yine beni dinlemeyi seçmeyerek. O sırada avucunun içinden bir duman çıktığını fark ettim. Kağıdın içinde olduğu avcundan duman çıkıyordu, kağıdı yakmıştı. Elini kapatıp açtığında ne duman ne alev ne de kağıt kalmamıştı. Tekrar bana döndü. ''Onunla tek başına bir münasebete girmeyeceksin. Saraya girmenin bir başka yolunu bulacağım, bu daveti kabul edemezsin.''

''Ama neden?'' diye çıkıştım söylediklerinin hiçbirini mantıklı bir yönden düşünemeden. Bu sefer siniri gözlerine yansıyan ve öfkesinin sesine yansımasına engel olamayan taraf ben olmuştum. ''Bundan daha iyi bir yol nasıl bulabiliriz? Ben artık bir şekilde bir sonuca ulaşmak ve tez vakitte evime dönmek istiyorum.''

Bakışları ciddiyetini korudu, asla yumuşamadı. ''Ben de düzgün adımlarla sadede gelmeni istiyorum.'' dedi tane tane. ''O yüzden olmaz.''

''Neyin düzgün adım olup, neyin olmadığına nasıl karar veriyorsun?'' derken sesimde bir avuç diken taşıyordum adeta. ''Oldukça saf bir mektupla güzel bir davet aldım. Hem...'' derken kaşlarımı gözlerimin üzerine indirdim. ''Sen değil miydin Karan'ın benden etkilenmesi için beni onun sarayına götüren? Şimdi ne oldu?''

''O düşüncemin bir saçmalık olduğunu o günde söyleyip, seni hemen sarayından çıkardım. Sonra da bir daha Karan'la konuşmaman gerektiğini söyledim. O beynin neden hep hatırlamaması gereken şeyleri unutmuyor?''

Söyledikleri doğruydu evet ve bu doğruluklara bana, itiraz cümleleri kurdurmayı engelliyordu. Tuttuğum nefesimi yavaşça serbest bıraktım. ''Karan'la neden konuşmamam gerekiyor?'' Gözlerimi kısıp ellerimi göğsümde birleştirdim. ''Sürekli bir şeyleri yapmam ya da yapmamam konusunda emirler veriyorsun, ama hiçbirinin sebebini söylemiyorsun.''

KARANLIĞIN ŞEHRİWhere stories live. Discover now