9. Bölüm - ''Bent Elbow''

4.3K 93 14
                                    

Öncelikle bölümlerin çok geç geldiğinin farkındayım ve imkanlar el vermediginden dolayı telefondan yazdığımı belirtmek isterim. Bu hikayemde kitap çıkarma konusunda ciddi olduğum için olayları ağır işliyorum bu yüzden bölümleri uzun tutmaya gayret ediyorum.

Anlayışınız için teşekkürler, iyi okumalar! :)

********

Kulaklarım aşina olmadığım bir sesle dolarken, hafızam darmadağın olmuş yapboz parçalarının mekanik hareketlerle birbirine kenetlenmesi gibi yavaşça yerine geliyordu. Ses önceleri beynimin içindeymiş gibi boğuk gelse de saniyeler sonra keskinleşerek hissedilebilir bir netlik kazandı. Metalin metale sürterken çıkardığı hışırtıydı bu. Kulak tırmalayan, ürkütücü, ritmik tonuyla sanki bir makineden geliyor gibi ard arda tekrar ediyordu.

Göz kapaklarımı araladığımda görüşümü bulanıklaştırıp renkleri iç içe geçmiş gibi görmemi sağlayan puslu perdeden kurtulmak için kirpiklerimi kırpıştırdım. Görüş alanıma giren ilk obje turuncu kiremitlerden örülmüş oval şöminenin içinde yanan göz alıcı ateş oldu. Şömine rafının üzerine konmuş eski bir tahta saat, paslanmaya yüz tutmuş iki şamdan ve cam bir çerçeve, duvarda tüm ihtişamıyla duran doldurulmuş geyik kafasının hemen altında duruyordu. Duvardan kafasını uzatmış gibi duran geyiğin boynuzları çıplak  bir ağacın dalları gibi iki yana uzanıyordu ve bakışları o kadar gerçekçiydi ki ışıkta parlayan gözleri bir an üzerime çevrilecek sandım. Odayı daha da ayrıntılı inceleyince hayvan kalıntılarına ait süslerin sadece geyik kafasından ibaret olmadığını farketmiştim. Şöminenin önüne konulmuş iki tek kişilik deri koltuğun arasına, vücudundaki tüm su çekilmiş gibi posa haline gelmiş bir boz ayının kürkü başıyla beraber yere serilmişti. Geyiğin mahsun bakışlarının aksine çıkıntılı çenesinde ki dişleri vahşice ortaya seren ayı, ölü olmasına rağmen her an saldıracak gibi öfkeyle bakıyordu.

Gözlerim duvarda bir leke gibi duran çizgili kaplan postunun üzerinde fazla oyalanmadan çevreyi taramaya devam etti. İçerisi sadece şöminenin aleviyle aydınlandığı için loştu ve eşyaların gölgeleri tahta parkelerin üzerine yansıyordu. Kapının yanında yine tahtadan bir yemek masası ve bir kişilik sandalye vardı. Beni buraya getiren her kim ise ava meraklı, yalnız biri olmalıydı.

Burnuma dolan kekremsi kokuyla yatakta doğruldum, üzerine yattığım kolum uyuşmuştu ve sert bir kayaya çarptığım başım ince bir ağrıyla sızlıyordu. Elimi üzerine götürünce pamuksu bir doku parmak uçlarımı gıdıkladı. Acemice yapılmış bir yara bandıydı bu.

Metalin sürtünme sesi ara vermeden gelmeye devam ediyorken kulaklarım sese karşı o kadar hassaslaşmıştı ki biri beynimin içindeki duvarları tırnaklarıyla kazıyor gibi acı duyuyordum. Ayaklarımı yataktan uzatıp, yatağın başlığına tutunarak doğruldum ve parkeyi çıtırdatmamaya özen göstererek odanın içindeki ikinci kapıya yöneldim. Yanında perdeleri sıkıca çekilmiş bir penceresi olanın aksine bu kapı duvara gömülüydü ve başka bir odaya açıldığı kesindi. Parmak uçlarımda ilerleyip, kulağımı ılık tahtaya yasladım. Ancak kapının arkasından geldiğine emin olduğum ses, sanki beni farketmiş biri varcasına aniden kesildi. Kısa bir süre için duyduğum tek şey sessizliğin çınlaması oldu, ardından bir çift ayak parkenin üzerinde takırdayarak kapıya yaklaşmaya başladı.

Panikle çevremde kendimi savunabileceğim herhangi bir nesne aramaya koyuldum. İstesem kapının ardındaki kişiyi tek bir parmak hareketiyle metrelerce ileri savurabilirdim ancak o an fazlasıyla bulanık olan aklım olanları hatırlamaya çalışmakla meşgulken cadı olduğum gerçeği bile bir anlığına hafızamdan silinmişti. Tüm insanlık içgüdülerimle komodinin üzerinde duran cam vazoyu kavradım ve beni buraya getiren kişinin yara bandımı bile yapıştıracak kadar iyi niyetli olduğu düşüncesine ihtimal dahi vermeden tehditkar bir biçimde vazoyu göğsüme doğru çektim.

Caraphernelia: Cadıların Savaşı (Devam etmeyecek)Where stories live. Discover now