Bölüm-29

664 73 30
                                    

Aytekin'in masanın üzerine boş olarak diktiği kaçıncı şişe artık sayamaz olmuştum. Defalarca "Artık içme lütfen." Demiştim. Fakat imkânı yok beni dinlemiyordu. İçtiği bira kadar gözlerinden de acı damlalar süzülüyordu. Karşımda o efkârlandıkça bende efkârlanıyordum. Yıllardır ölü bildiğim babamın aslında yaşadığını fakat beni hiç aramadığını öğrenmiştim, kalbim derinden acıyordu.

Hala dolu olan şişelerden birine elimi uzattım, geldiğimizden beri hiç konuşmayan Aytekin bir an da sarhoşluk kokan yüksek bir tonla "Ne yapıyorsun!" dedi. İçecektim. Belki bende rahatlardım.

"İçeceğim." Dedim ve şişeyi elime aldım. Tam içecekken birden elimden kaptı ve "İçemezsin!" dedi. Birayı hemen kafasına diktiğinde artık elinden almak için çok geçti.

"Bende içmek, rahatlamak istiyorum."

Yüzüme anlamsızca bakıp bir yudum daha içti en sevdiğinden. Âdemelması hafif aşağı inip tekrar yukarı çıktığında "Rahatlıyor mu görünüyorum?" dedi. Haklıydı. Rahatlamanın aksine daha çok dertleniyor gözüküyordu.

"Hayır, o zaman birlikte dertleniriz." Dediğim de umursamaz bir ifade takındı ve yaklaşık iki saattir yaptığı gibi şişeyi kafasına dikmeye devam ediyordu.

Birkaç kez daha yeltensem de yine izin vermemişti. Her seferinde "İçemezsin" diyordu. En son sinirlenip "Neden içemez mişim? Gayet de güzel içerim!" dedim. Cevabı şaşırtıcıydı, hiç öyle düşünmemiştim.

"İçemezsin çünkü onlar benim!" demişti. Bu cümlesine ve söylerken ki ses tonu ve yüz tipine gülmeden edemedim. Aytek'in en değerlisiydi biraları demek ki kimseyle paylaşmayı sevmezdi onları.

"Yani kendim alsam içebilirim?" dedim sarhoş olmasından faydalanacağımı düşünerek. Yanılmıştım. İçtiği bilmem kaçıncı şişeye rağmen hala sarhoş olmamıştı.

"Hayır Hazal! Efesi satın alsan dahi içemezsin."

Elbette izin vermezdi içmeme, suratımı buruşturarak "Ben de kahve içerim o zaman!" dedim. Yerimden kalkıp cezve ve Türk kahvesini çıkardım. Bir fincan su ve bir kaşık kahve koyduktan sonra ocağı yakıp cezveyi ocağa koydum. Arkamdan hafifçe dürtülünce hafifçe irkilerek döndüm. Kaşım istemsizce havaya kalkarken 'ne var?' anlamında baktım Aytekin'e.

"Bana da yap bir fincan." Dedi. Şimdi sıra bana gelmişti. Onu taklit ederek "İçemezsin!" dedim. Bunu beklemediği yüzünün aldığı şekilden çok aşikârdı.

"İçerim ben ya." Dedim. Elimi omzuna koyup yüzüne doğru eğildim "İçemezsin çünkü o benim." Dedim. Elini yavaşça havaya kaldırıp nazikçe çenemi tuttu. Çakır keyif olduğu anlaşılan bir ses tonuyla "Ne ya da kimin olduğu fark etmeksizin her türlü içeceği içebilirim." Dedi.

Kapıdan gelen ses ile doğrulup kapıya yöneldim. Karşımda gördüğüm manzara hiç hoş değildi. Kaşı ve dudağı patlamış bitkin bir halde Balamir duruyordu elini duvara dayamış bir halde.

"Ne oldu sana böyle?" dedim. Sesim titremişti. Ona zarar vermişlerdi. Canı acıtmışlardı. Ağlamamak için kendimi sıktım.

Yavaş adımlarla gelip sıkı sıkı sarıldı. Birini kaybetmekten korkarsınız ya da veda edersiniz ya öyle sarılıyordu. Korkmuştu.

Elleriyle yüzümü kavradı ve masum bir çocuğun sesi gibi doldurdu sesini kulağıma "Gidelim mi? Sana ihtiyacım var." Dedi. Bunu kim karşı koyabilirdi ki?

"Gidelim ama önce yüzünü temizleyelim."

Kafasıyla onayladı ve ilerleyip koltuğa kendini bıraktı. Yaralarını temizlemek için malzemeleri alıp Balamir'in yanına gidecekken gözüm Aytekin'e takıldı. Kendim için yaptığım kahve mi fincana koyma zahmetinde bulunmadan cezveyle içiyordu. Bu çocuk tam bir çılgındı.

TABUT Donde viven las historias. Descúbrelo ahora