16.Bölüm

9.8K 729 47
                                    

Bir gün Aşık Veysel'e sormuşlar: "Aşk nedir?" diye, o da cevaplamış: "Seversin kavuşamazsın aşk olur." Kavuşamazsınız aşk olur derken ki kavuşamamak fiilinin en asli sebebi; gayesi fazla sevginin, Yaradan'a değil de kula hitap etmesindendir. Mutlak Sevginin sahibini bırakıp yarattığına bir muhabbet beslersen ve buna aşk dersen elbette kavuşamazsın çünkü gerçekte kuluna hissettiğin muhabbet Yaradan'a olması gereken muhabbetin gölgesidir. Eğer sen o gölgeyi gerçeğinin yerine koyarsan hem maşuktan olursun hem Yaradan'a olan muhabbetten. O aşka binaen şu kuş kadar yüreğime anlatayım mı şimdi bildiğini yaşaması nedendir? Neden tam da umut ettiğine hamd ederek kavuştum sanıp yine öyle olmadığının farkına varmak... Ben Berzah'a aşk ile bağlıyım sanıyordum demek yoksa böyle tersyüz olup yine bildiğimi şaşmazdım yahut da düşmem dediğim bu hale kendimi düşürmezdim.

Etrafımda ki karanlık ve sessizliğe göre içim feryat figan. Bugünü, evlendiğim günü hayatım boyunca asla unutmayacağım. Berzah'ın beni hayal kırıklığına uğratmasına mı üzüleyim yahut beni haklı çıkarmasına mı sevineyim? Tam da Araf dedikleri bu galiba... Mutlu değilim ama kızgın da değilim. Duygudan habersiz iç yurdum, nasılım bende bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey varsa o da Berzah'a gerçekten bir dalın bağlı olduğu ağaçtan kırılması gibi kırıldığımdır ve artık tedavisi namümkün.

İçimin gökyüzü kara bulutlarla kaplanmış mecalim yok, dizlerimdeki derman çekilmiş gibi. Pencereden yayılan ışığın dışında yarısı karanlık odanın ortasında üzerimde gelinlikle Berzah'ın ardında bıraktığı bir harabeden farksızdım. Sabah bu evden Hare Karan olarak çıkmıştım, döndüğüm de ise Hare Akad'dım. Ruh halimi göz önünde bulundurursak sanırım Berzah'ın soyadını almam böylece kanıtlanmış oluyor. Şimdiden derin bir hüzün bana hoş geldin demiş, Akad soyadı kucaklamıştı beni. Bir endişe yayılıp durdu zihnimde hemen ardından ise bir korku. Bundan sonrası hep böyle mi olacaktı? Onunla iken hep bu üç duygumu yakama yapışacaktı; korku, endişe ve hüzün. Başıma saplanan ince bir sızı yine çok düşündüğümün habercisiydi ve bana dolanmış bu duyguları burada bırakmam gerekiyordu. Yavaş adımlarla yürüyüp yatağın kenarına oturdum. Kısacık bir an Berzah'ın nerde oluğunu merak ettim ardından bu merakımı da içime gömdüm. Eğilip ayağımda ki rahatsız eden ayakkabıları çıkardım önce. Ayaklarımda ki kendini göstermeye çalışan ağrıyı görmezlikten geldim. Bir yorgunluk omuzlarıma baskı yapıyor halsiz hissediyordum, aslında yorgunluktan ziyade bugündü bu omuzlarımda ki ağırlık. Günün sonunda kendimi bir odada yalnız başıma otururken bulduğum, sonunu hiç de tahmin etmediğim bir gündü bugün; evlendiğim gün. Mutluluk, sevinç, hayal kırıklığı, umut, korku, endişe... Tüm duyguları topyekûn bir günde yaşadığım eşsiz bir gün.

Şükran teyzenin dün gece ısrarla sürdüğü avuç içimde ki kınanın geride bıraktığı kırmızı lekeye baktım. Parmağımı hafifçe içinde gezdirdim.

"Cennet Sıvası" demişti annem kına için ve devam emişti: "Bazı geleneklerde kına yakmayan gelinin cennete gidemeyeceği söylenir, bazıları ise kına yakmanın damat ile gelini birbirine bağlayıp bir ömür sevgili yapacağı. Her ikisi içinde senin gelin kınanı kendi elimle yakmalıyım."

Orada içimin bulutlarından yağmur çiselerken benimde gözlerimden birkaç damla yaş onları tuttuğum yerden usulca kurtardılar kendini. Sanki daha çok üzülmek istiyormuş gibi anne ve babamın özlemini düşünüyor ve kendimi daha da harap ediyordum. Birkaç damla yaş biraz sonra hıçkırıklı bir ağlamaya dönüştü ve bir süre devam etti. Sonunda gözümden akacak yaş kalmayınca hıçkırıklarımda derin iç çekmelerle birlikte sessizliğe gömüldü. Yavaş adımlarla oturduğum yerden kalktım ve banyoya yöneldim. İlk olarak üzerimde ki gelinlikten kurtuldum ve onu dolabın en ücra köşesine attım. Tekrardan yorgun bir halde yatağa uzandığımda her ne kadar ağlamayacağım diye dirensem de sessizce birkaç damla daha süzüldü ve birer ninniye dönüşüp sonrasında derin bir uykunun kucağına attı beni.

NUNWhere stories live. Discover now