32. Bölüm - Part 2 "Limonata Etkisi"

Começar do início
                                    

Jongin'in gülümsemesi içten bir kahkahaya dönüşürken ben aynı ciddiyetle devam ediyordum.

"Ama şimdi bi edebiyatçı karşımda bu lafları ediyor ve benim aklıma gelen ilk şey o olmuyor."

Yaklaşıp birkaç saniye yüzüne yakından baktıktan sonra, gülüşünü onunkinden daha uzun süren bir öpücükle kesmiş ve uzaklaştığım süre boyunca gözlerimi yüzünden çekmeden sözlerime devam etmiştim. "Bu oluyor. Parçalar ayrılmasın, sekiz milyar nüfuslu dünyada yan yana düşen parçaların birbirini bulması bu kadar imkansızken ele geçmiş bu fırsatı tepmeyelim, iyi değerlendirelim filan demek oluyor."

Gözlerimi kırpıştırıp etrafıma sonra da ona baktım. "Bi de on biradan sonra nasıl tek seferde kurdum bu cümleyi bilmiyorum."

Etrafımda Jongin dışında her şey dönmeye başlarken yavaş yavaş az önceki mutlu anlar aklımdan siliniyor ve benim gülümsemem de aynı hızla sönüyordu. Kendimi kaptırmıştım. Yarın üzerinde deney yapılacak bir tavşanla bağ kuruyordum. Elimden kopup gidecek birine içimden geldiği kadar yakındım. Ve en kötüsüne kendimi alıştırmam zorlaşıyordu. İçimdeki mızmız çocuk işler kötü gittiğinde ağlamaya başlayacak diye korkuyordum. Ona çekinmeden yaklaştıkça da kötüye dayanma gücüm azalıyordu. Onu öpmek o mızmız çocuğu besliyordu.

"Bana o akşam gerçekten seni seviyorum dedin mi?"

Ve Jongin beni çok zorluyordu.

'Elbette aptal. Seni seviyorum dedim. Üstelik sonrasında hiç pişmanlık duymadan. Tabii şu ana kadar.' cümleleri aklımda dizili kalmış kendi içimde dönerken, dışarıdan gülümseyip yeni açtığım biramdan üç-dört yudum aralıksız içmiştim.

Şöyle bir bana ve biraya baktı. "Bu evet demekti, seni tanıyorum."

Son aldığım yudumu yutup şişeyi indirecekken, söylediği şeyle şişeyi indirmekten vazgeçip gülümsemiş ve az önceki eylemimi tekrarlamıştım.

"Seni seviyorum. Ben de."

Bira epey azalmıştı.

"Özür dilerim." Artık görüş alanımdan Jongin de kaymaya başlamıştı. O gülümsemeyi kesip bana anlamsızca bakarken ben yüzümü çevirmiş, sargılı elime ve ara sıra etrafa bakıyordum.

"Seni hayal kırıklığına uğrattığımda bunu söylemem için geç olacak. Ki zaten buna yüzüm olacağını da sanmıyorum. Ben de seni tanıyorum. Ve çektiğim acının asıl sebebi de bu. Hayal kırıklığına uğradığında vereceğin tepkiyi tahmin etmeye şansım kalmıyor. Çünkü doğrudan biliyorum sonucunu."

Sözümü bölecekken biraz daha sesimi yükselterek ona baktım. Doğrudan gözlerine... "Ben hiç kendini şanssız sayan ağlak biri olmadım! Hayatımdan memnundum ufak şeyler dışında. Şimdi çok şanssız hissediyorum. Çünkü seni buldum."

Kalan yudumları da içip Jongin'in soru sormasına fırsat bırakmadan daha önce hiç kullanmadığım yakınma dolu bir ses tonuyla devam ettim. "Bu sözü nerden bildiğimi bilmiyorum. Ama şeydi... Ha! Bulmadığın bir şeyi kaybetmezsin. Ya da öyle bir şey. Sen geldiğin için kendimi her zamankinden şanslı saydığım için evren dengelemek üzere bana oyunlar oynuyor. Ve bu yüzden artık iki katı şanssız hissediyorum."

"Bağlandığı birini kaybetmek yerine onu hiç tanımamayı tercih eden Sehun'u tanıyorum." Gülümsedi. "Ama ben onu öldü sanıyordum."

Ben umutsuzca ona bakarken dizlerinin üstünde yükselip uzaktan ellerini omzuma koyarak başını alnıma yasladı. Nefesim yüzüne çarpıyordu.

"Belki de o Sehun'u benden önce kaybedersin." Gözlerime bakarken düşünür gibi biraz durdu. Donuk mimikleri yeniden yumuşadığında devam etti. "Hayata sözler verecek kadar güvenmiyorum ama beni kaybetmeyeceksin. Bu bi söz ya da değil. Ne olduğuyla ilgilenmiyorum. Sadece bu söylediğime kulak ver."

Channie Says SpecialOnde histórias criam vida. Descubra agora