" En son gördüğün zamandan iyi ama hala epey kötü görünüyor." Diye açıkladım. Claire insanların kendine baktıklarını görürse hepimizi oracıkta boğabilirdi, bu riski alamazdım. Bir şey söylemedi sadece dudağını ısırdı. Anlıyorum. " Hayal ettiğim şey bu değildi. "

" Ne bekliyordun ki? Hemen kollarına atlamasını mı? Biraz daha beklemen gerekiyordu bence. "

" O uyanmadan önce altı ay o uyandıktan sonra iki ay bekledim bence yeterli bir bekleme süresiydi." diye karşı çıksam da onun haklı olduğunu ikimiz de biliyorduk. Beklemem gerekiyordu, ama bekleyememiştim işte. Hiçbir zaman sabırlı bir insan olmamıştım ki. " Kırılamaz bir sabrı olan sensin, maalesef ben değil. " dedim bana gülümserken.

" Artık çok geç zaten. " dedi arkasındaki dolaba yaslanıp ayaklarını masanın üzerine atarken.

" Düşersen kalkman için yardım etmem. "

" Ethan, ben daha düşmeden beni yakalamış olursun zaten. " dedi ellerini ensesinde kenetlerken. Bu demek oluyordu ki konuşmamız henüz bitmemişti. Hala Teresa ile olan anlaşmamız konusunda endişeleri vardı.

" Hala başka bir seçeneğim olmadığını düşünüyorum. Her ne kadar kendimden iğreniyor olsam da. " dedim doğrudan göz teması kurarak.

" İğrenmek-"

" Yapma ama kardeşimiz gibi. " dedim sözünü keserek hatta gibisi fazlaydı.

" Ethan bunca zaman bunu nasıl fark edemediğini anlamıyorum. "

" Biliyor muydun? " diye çıkıştım. " Biliyordun ama bana hiçbir şey söylemedin mi? "

" Senin de bildiğini sanıyordum çünkü! İnsanların kolayca zihinlerini okumaya o kadar alışmışsın ki karşındaki şeyi göremiyorsun. " dedi başını iki yana sallayarak. Aptal. Düşündüğü şey buydu. Kahkaha attım. Haklıydı aptalın tekiydim.

" Buraya neden geldiğimi hatırlamıyorum biliyor musun? "

" Boya olabilir mi? " diye önerdi, başımı iki yana salladım.

" Buldum, tohum bulacaktım. " dedim ayağa kalkarken. Uzun süredir burada oturuyordum büyük ihtimalle, Claire tek başınaydı. " Serada yer kalmayacak büyük ihtimalle. " dedim eğilip dolaptan tohum bulmaya çalışırken. Her sene çiçeklerin polenlerini alıp kurutuyordum. Ama Claire bunlar yetmeyecekti gibi, başka bir şeylere geçmek gerekiyordu.

" Ben gideyim sen de Claire'in yanına git. " dedi birkaç saniye sonra yok oldu.

Tom kesinlikle haklıydı, şüphesiz bu doğruydu ama Claire'e bakınca bir yabancı görmüyordum. Belki de sekiz ay boyunca onu izlememden de kaynaklanıyor olabilirdi ama bir şey vardı; adını koyamadığım bir his. Sabah kalktığınızda unuttuğunuz rüyanın deja vu hissiyle geri dönmesi gibiydi. Yavaş yavaş gördüğünüz rüyanın su yüzüne çıkması gibi onun yüzü de zihnimde su yüzüne çıkıyordu.

Odama çıkmam için üç asansör sırası beklemem gerekmişti. Altmış üç katı olan bir bina için iki asansör o kadar yetersiz kalıyordu ki. Kim iki asansörün yeteceğini düşünmüşse tam bir gerizekalıydı.

"Aa, pembe! " diye şakıdı Claire saksının rengini görünce. Pembeyi bu kadar sevdiğini düşünmemiştim. Daha çok mor insanına benziyordu ama demek ki pembeydi. " Diğer iğrenç kahverengilere ne oldu? "

" Birileri çoğunu kırdı. "

" Bunları daha çok sevdim." Dedi elimdeki üç farklı renkteki saksıyı alırken. Arkasından vuran güneş ışığı saçlarında siyah vişnemsi rengi ortaya çıkarıyordu. Parmaklarım bir fırça bulmak için bir anda yanıp tutuştu. Keçeleşmiş saçlarını nereden bulduysa bir şeyle arkaya toplamıştı, verdiğim tohumları özenle saksılara ektikten sonra ellerini dalga akışkanlığıyla pembe saksının üzerinde gezdirdi.

Atlantis'in Beş Kurucusu (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now