Bir

3 1 0
                                    


Ellerim titriyordu , daha fazla ileri gidip gidemeyeciğimi bilmiyordum. 5 gündür almadığım ilaçlar her günün yazılı olduğu kutuda birikmişti. Rengarenk... Hastalığımın insanların zihninde oluşturduğu görüntü de böyle. Şizofreni! Ne kadar da değişik bir hayat. Olmayan şeyler görüyorsun, yanına geliyorsun PUFF... Rengarenk tozlar etrafa saçılıyor. "Yalan. Güzel kandırdık milleti." derken elimdeki kutunun kapağını kapadım. Çıplak ayağımla soğuk metal basamağa basıp çöp kutusunu açarken ilaç kutuma son kez bakış attım.

Hayatımı bu problemle baş etmeye harcadım. Benim için hastalıktan çok bir problemdi. İlk kez şizofrenik bir vaka yaşadığımda 22'sine yeni geçmiştim. Doğum günü kutlamamı (parti olamayacak kadar küçüktü) üniversitenin karşısındaki cafede, üzerinde mumlarla 22 yazan küçük bir pastayı üfleyerek 10 kişiyle kutlamıştım. O gün hayatımın farklı bir yola gireceğini gerçekten bilemezdim, ama o günden sonra hiçbir günüm normal olmadı.

Mumları üfleyip herkesle sırayla öpüşürken cam kenarında, elinde almak için para biriktirdiğim fotoğraf makinesiyle bir adamın fotoğrafımı çektiğini gördüm. İstanbul gibi bir yerde insan fotoğrafının çekilmesine kesinlikle alışkındı ama bana tanıdık gelen bu orta yaşlı saçı yarı dökülmüş adamın davranışı canımı sıkmıştı. Başımı ağrımaya başlamıştı ama arkadaşlarıma çaktırmamaya çalışıyordum. Pastadan son çatalı alırken yeniden fotoğrafımı çekince dayanamayıp Selda'ya "Şu adamı siz mi tuttunuz? Niye gizli gizli çekiyor fotoğrafımı manyak mıdır nedir!" dedim. Kızgınlığımı gizlemeye çalışıyordum ama adamın suratına baktıkça hoşuna gidiyor gibi gözüküyordu. Bir tek çayını içmek için uzandığında gözlerini benden ayırıyordu. Parmakları çay bardağını her tutuşta sıcaktan yandığından, üflüyordu.

"Hangi adam ? Orada bir sürü adam var. Ayrıca selfie çekinmek varken ne yapalım fotoğrafçıyı." Diyerek kıkırdarken ağzına çatalını götürdü. ÇIKIRT! Yine fotoğrafımı çekmişti ama bu sefer gülümsüyordu. "Yahu kör müsün Selda ya. Şu kırmızı gömlekli adamı görmüyor musun elinde makine var hani şu benim bursları biriktirip de hala alamadığım." Limonatasından pipeti çıkarıp masaya koydu ve kafaya dikti. Eliyle ağzını silerken oturduğu yerden hafifçe kalktı. O sırada Yusuf "Ee, mezuniyet geldi çattı. İş aramaya başladın mı prenses?" diye sordu. Sinirlerim gerilmiş olduğundan ellerimi sıktım. "Yok...Bilmiyorum yani daha henüz başlamadım. Tez beni yordu, bir süre tatile çıkacağım galiba." Dedim. Selda'ya dönüp "Ee? Ne yapsam yanına gidip sorsam mı neden fotoğrafımızı çektiğini acaba?" Hala adamı arayan Selda;

"Kuzum ben kırmızı gömlekli kimseyi göremiyorum. Beyaz gömlekli genç var işte sevgilisiyle yiyişen. Bir de şu aile ama adamlar tişört giymiş yani. Garsonu mu diyorsun acaba?"

"Ne saçmalıyorsun Selda. Al işte şimdi sırıtıyor, bize bakıyor. Cam kenarında oturuyor önünde çay bardağı var." Sesim yükselmişti, yanımızdakiler hocanın dedikodusunu bırakıp bize döndüler.

"Elif, bize kimse bakmıyor, cam kenarında kimse yok. Bardak var yarı dolu ama sahibi yok gitmiş herhalde ben bakana kadar."

"Ege, sen cam kenarında bize bakan yarı kel bir adam görmüyor musun?" Arkasına dönüp baktı. Eğildi göremediği kısımları da inceledi. "Yani görmem gerekiyor mu? Miyopum acaba ondan mı göremiyorum." 32 diş sırıtarak bana baktı. Benim de gülmemi bekliyordu ama zaten ağıran başım zonklar hale gelmişti. Dayanamayıp kalktım. Ellerimi göğsümde bağlayıp yavaş yavaş adamın yanına gittim. Bana gülen gözlerle bakıyordu. Hafif sararmış dişlerine gözüm kaydı. Gerçekten de tanıdık gibiydi ama emin değildim. "Sizi tanıyor muyum ben?" adam arkasına yaslanıp dik dik bakmaya başladı. "Neden fotoğrafımızı çekip duruyorsun? Hem de yüzüme baka baka?"

"Ne yapıyor bu ya?" Yusuf'un sesini duydum. Arkama dönüp ona ters bir bakış attım. Önüme döndüğümde adamın fotoğraf makinesini alıp gidiyordu. "Dur be! Çektiklerin silmeden gitme. Hey!" Onu takibe başlamıştım ki biri kolumu tuttu. Silkinip arkamı döndüm. Selda şaşırmış küçük gözleriyle bana bakıyordu. "Elif kendine gelir misin? Neden kendi kendine bağırıp duruyorsun? Orada kimse yoktu bile."

Önüme dönüp merdivene yönelen adamı gösterdim. Dediklerinin etkisiyle sarsıldığımı belli etmemeye çalışıyordum. "Selda, kör olsan görürsün. Adamı görmüyor musun boynunda makinesi var. Durdu merdivenin başında. Bak! Hala bakıyor. Şimdi ben onun gününü..." "Elif! Allah aşkına bana bak. Bana bak! Orada kimse yok. Hiç kimse. Bak garson boş bardağı götürüyor." Kalbim hıphızlı çarpıyordu. Adamın peşinden koşma isteğim korkunun yanında sönük kalmıştı. Arkadaşım şaka yapıyor gibi de gözükmediğinden gözlerimi sağa sola çevirip kaçış yolu aramaya başladım. Garson tam yanımızdan geçerken koluna yapıştım. Çay bardağı sarsıntıdan dolayı tabağından kayıp yere düştü. Düşme anını hiç unutmuyordum. Aşağıya süzülüp ayak baş parmağımda o soğukluğu hissedişimi. Çay soğuktu. Ama uzaktan dumanı tütüyor gibi gözüküyordu, adam her içişinde parmağına üflüyordu.

Çay soğuktu. Titremesine hakim olamadığım sesimle "Pardon döktüm affedersin. Ama bir şey sormam lazımdı. Bu çayın sahibi kimdi acaba hatırlıyor musun?" Liseli gibi duran garson çocuk dudak büküp yerdeki çay bardağını aldı, çatlak var mı diye inceledi. Olmadığını görüp rahatlar gibi bir nefes bırakıp bana ruhsuz gözlerle baktı. "Hesabı aşağıda ödedi, bir adam işte." "Evet, kırmızı gömlekli bir adam değil mi?" Düşünür gibi gözü sol üst kısma baktı. Sonra bende odakladı. "Gömleğini ne bileyim de, boynunda kocaman fotoğraf makinesi vardı." Dedi. Mutluluğumu göstermemeye çalışsam da saklayamadım. Kırılgan bir sesle Selda'ya dönüp "E hani bir ben görüyordum." Dedim. Kaşlarımı kaldırıp cevap beklerken garson çocuk yürümeye başladı. "Yani, siz merdivenden çıkarken o geliyordu. Hatta arkadaşın pasta işini konuşurken araya girdi aceleyle 3tl attı üzerimize telefon kulağında gitti. Belliydi tuhaflığı valla. Ama acelesi vardır, bilemem."

Garson son kez önüne dönerek merdivenden inip gözden kaybolurken, merdivenden çıkarken yanımdan geçen adamın o olabileceğini hissettim. Aklımdan geçirmemiş miydim pastamı üflerken artık o makineyi almam gerektiğini. Bilincim fotoğraf makinesini istediğinden o adamla bir bağ kurmuş, hayalini kurdurtmuştu. Gerçek gibiydi!

Kalp atışlarım kuşun kanadı hızında atıyordu. Uçuyordum. İlk kez hayatımda uçuyordum. Hiçbir kasımı hareket ettirmiyordum üstelik. Hayatımın ilk bayılmasını gerçekleştirdiğimde 22 yaşına geçmiştim. Şimdi 27 yaşında, nişanımı yeni atmış, kariyerimin en önemli dönüm noktası olan seyahatime çıkıyordum. Üyesi olmak için mültecilerin arasında yatıp kalkıp fotoğraflarını çektiğim, böylece aldığım ödüllerle editörleri arasına girdiğim dergi için Avusturalya'da yabani hayatı fotoğraflamaya uçacaktım. Yanıma ilaçlarımı almadan geçireceğim ilk yolculuk olacaktı çünkü ilaçların yan etkisi olan cinsel isteksizlik, nişanlımla evlenmeden yollarımızı ayırmamıza neden olmuştu. Artık hayatımı yan tesirler etkisinde geçirmek istemiyordum. Bavulumun çekeceğini kaldırıp eve son bir bakış attım, ışığı kapayıp kapıyı çarptım.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Aug 10, 2019 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Gerçek Bir HayalWhere stories live. Discover now