Paramparça olmuş bir şeyi kıramazsın.

Eh, ben de paramparça sayılırdım. Ama Sandra'yı cevaplayamadım.



Ethan

"Dün bir süre kendindeydi." dedi Teresa kendini sarmalayacak bir şey ararken. "Onu görmeye gittim. Sandra bandajlarını değiştirmişti. "

"Sıra Tom'da değil miydi?" dedim dün bütün gün uyuduktan sonra midem guruldamaya başlamıştı.

"Tom'dan rahatsız olmuş sanırım. Çırpınarak uyanmış. "

"Yanında sürekli kalmam gerektiğini biliyordum. " dedim suçluluk duygusunun başımdan aşağı dökülmesine izin verirken.

"Ethan- " dedi elini koluma koyarken. "Hepimiz birer gün durmaya neden anlaştık? Sen tükenme diye. Her kabusunu kovmak zorunda değilsin. "

Kafasındaki sesler benimle kısa süre paylaştığı acıdan bile daha dayanılmazdı. Bir anda gelmişlerdi. Nereden ya da kime ait oldukları- Hiçbir şey bilmiyordum. Anılardı, büyük ihtimalle. Bazıları işkence gibiydi. Uykusunda kendini tırmalamasın diye onu sakin tutmaya çalıştıkça beni tüketiyordu.

Beni öldür. Kalbimi sök. diye yalvarmıştı bana o metal şey ondan ayrıldıktan sonra içindeki boşluğu görünce.

Ölmeme izin ver.

Bırak öleyim.

Ölmüştü de. Kollarımın arasında olduğu birkaç dakika boyunca, aramızdaki bağa bıçak saplandığını hissetmiştim. Sandra dizleri üzerine çökmüş ağlıyordu ben Claire'i sarmalamaya devam ederken. Sadece adını sayıklayabilmiştim.

Bir şekilde geri gelmişti. Pençeleriyle aramızdaki bağa tutunmuş zihnimdeki duvarları yumruklamıştı.

Yalvarışlarını unutamasam da aklımda gitmeyen tek şey elimin altındaki durgun kalbiydi.

Nasıl yaşıyor bilmiyorduk. Sadece karaciğerinin bir parçası sağlam kalmış, yumurtalıklarından kopmadan kalan teki biz kolonu sökerken yatağa kendini atmıştı. Ama ölmemişti. Bir şekilde, kaderin tuhaf bir oyunu olarak Sandra'nın onu bir dizi makinelere bağlaması için vakit kalmıştı. Diyaliz makinesi ayırt edebildiğim tek makineydi, Tom tüm bunlarla başa çıkma mekanizması olarak bana onu anlatmıştı.

Doğal değildi yine de. O kadar makineye rağmen. Güçlerinin bu kadar toleranslı olabilmesi-

"Kendi karnını oymaya devam ederken belirteyim seni iyileştirecek bir Claire yok." Elim kendi bağırsaklarımın üzerinde olsa da aklım o gün nasıl kendini benim üzerime attığıydı. "Seni bu kadar rahatsız eden şey Claire'in mucizevi hayatta kalışı olamaz. "

"Değil. " dedim dalgınca. Ölen ben olmalıydım. Teresa kendini dizlerimin arasına yerleştirdi, alnı çenemin birkaç santim ötesindeydi. Başını kaldırdı.

"Bunu daha iyi yapmak için ne yapmalıyım. Uykularını bu kadar haram eden şey ne?"

Claire beni kurtardı. Benim onu korumam gerekirken o benim üzerime kendini kapadı. Kelimeleri bir türlü ağzımdan çıkmak için ikna edemedim.

Teresa'nın Claire'e kusmadan bakabilmesi günler almıştı neredeyse on gün. Beni odadan sürükleyerek çıkarmaları daha da uzun. Tom bile gözyaşı dökmüştü penceleri patlatacak kadar dayanılmaz acısına. O bile şimdi zar zor bakıyordu ona.

Ama en kötüsü kendisiydi. Claire ilk sefer kendini gördüğünde kafayı yemişti. Emin değildik ama o gün herkes Cam Bina'nın temelden sarsıldığını söylemişti. En kötüsü oydu. Ona hiçbir ilaç veremiyorduk onu uyku halinde tutmaktan başka acısını dindirecek bir şey yapamıyorduk.

Atlantis'in Beş Kurucusu (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now