1.8/ Çürüyen Umut Tohumları

1.2K 142 259
                                    

Harry ve Matthew, ellerindeki legolarla koridorda koştururken onlardan kaçan Teddy, hızla mutfağa girdi ve bacaklarıma sarıldı. Soyduğum patatesleri tezgaha bırakarak onu kollarından tuttum, ardından havaya kaldırdım. Kahkahalarının arasından kaçan çığlıkları evi doldurduğunda omzuma vurdu ve kapıyı işaret etti.

"Geliyorlar, kaç!" diye bağırdı, elinde tuttuğu legoları göğsüme bastırarak. Seri adımlarla mutfağın diğer köşesine ilerledim. Yaklaşık üç saattir odada güzel bir şekilde oyun oynuyorlardı fakat ne olduysa, on dakika içinde ortalık karışmış, gürültü ve dağınıklık artmıştı. Birbirinden zor mesleğe sahip iki olgun adam çocukluğuna geri dönmüş, tüm çılgınlıkları ile evimizdeki asıl bebeğe palyoçuluk yapmaya başlamıştı.

"Küçük kurbağa!" Harry, biraz sonra Teddy'e seslendi, Matt'den önce davranıp yanımıza geldi ve boyalı suratıyla geniş bir şekilde sırıttı. Nerede olduğumuzu görünce sinsi halini takındı ve yavaş yavaş yaklaştı. Kucağımdaki yaramaz minik, bu sırada gülmekten konuşamaz bir şekilde yüzünü boynuma saklamakla ve bir yandan da yakalanmayı beklemekle meşguldü.

Hayran bakışlarım ikisinin üzerindeydi.

"Git!" Teddy; saniyeler sonra onu gıdıklayan babasını var gücüyle itip bağırdığında, Harry en sonunda uğraşını bırakarak sakince yanağını öptü, daha sonra kırmızıya bürünen burnunu oğlunun ipeksi saçlarına gömdü. O anda kendi kokusu da varlığını bana en yoğun şekilde hissettirdi, imkanım varken doya doya içime çekerek fırsattan yararlandım.

"Bu manzara gözlerimi yaşartıyor." Ne kadar o şekilde kaldık bilmiyorum, ama Matt aniden çıkan sesiyle Teddy'i ürkütmeye yetti ve Teddy, hızla kucağımdan atlayarak -elindeki legoları da bırakmadan- yine kaçtı. Çığlıklarla ve kahkahalarla mutfaktan çıktıklarında, ortamda yalnızca ben ve sevgili eşim kaldık.

"Çok yoruldum." dedi Harry, dolaptan çıkardığı suyu yudumlamadan hemen önce. Şişeyi kafasına dikişi, şekillenen pembe dudakları ve alttan alttan bana bakan gözleri ile, bu aşırı sıradan aktiviteyle bile odak noktam olmayı başarıyordu.

Ya da ben saplantılı, takıntılı ve karmakarışık bir ruh hastasıydım, emin değilim.

"Sana masaj yapabilirim." heyecanla sunduğum öneriden sonra gülümsedi, duvara dayalı sandalyelerden birini çekerek oturdu. Ben de soğumaya başlayan ellerimi geniş omuzlarına yerleştirerek ovalamaya başladım. Parmaklarım pür dikkat ona değerken bedenindeki dövmeleri, bir de eğrelti otlarını, düşünmemek elde değildi. Bu arsız düşünceler tişörtünü çıkarıp direkt o lekelere uygulama yapmak için beni zorlarken kendime hakim olmayı da bir nebze başarıyor sayılırdım.

"Tanrım, harikasın..." dedi tatlı iniltilerinin arasından. Nadir çıkan iltifatının ardından uğraşıma mutlulukla devam ettim.

Ensesinde ritmik bir şekilde daireler çizen ellerimin her hareketinde dokunma isteği biraz daha artıyordu. Sırtının üst bölgelerini de unutmadan, onu rahatlatmak için her şeyi yaptım. Bir ara iki parmağımla şakaklarını da hafifçe ovaladım, daha sonra yine omuzlarına inerek mırıltılarının kulaklarımı doldurmasını keyifle hafızama aldım.

Belki bir gün o da bana yapardı. Kutsal yüzüklerle süslenmiş zarif parmakları, masaj amacıyla, ustalıkla vücudumda dolaşır; kıvılcımlarımın oluştuğu bölgelerde yangınlar çıkarır, kül olup yeniden doğuşumu yüreğine kazırdı. Dokunuşları altında bayılır mıydım, yoksa kalp krizi mi geçirirdim tartışılır, fakat delicesine hayalini kurduğum gerçeği çekinmeden itiraf ettiğim bir şeydi.

İki yanına koyduğum ellerimi işinden ayırarak ummadığım bir zamanda eline aldı, avucumun içinden öperek beni şaşırtan bir hamlede bulundu. Daha sonra da sandalyeden kalktı.

Chaos and The Calm | h.sWhere stories live. Discover now