Ölüm bana baktı

1.2K 114 80
                                    



Gözlerim masanın üzerinde duran haritaya sabitlenmiş, karşımda oturan generallerin sessizce bana bakmasını ve bir an önce onlara emir vermemi beklemiyormuş gibi yaparak sakince beklemelerini görmezden gelerek olası olan bütün durumları düşünüyordum. On dakika önce saraya ulaşan bilgiye göre Hrausyina Krallığının gemileri yaklaşık bir hafta önce sınır bölgesindeki bir sahil şehrine baskınlar düzenlemişlerdi. Tahmini gemi sayısı on beşi geçiyordu ve bu benim için, ülkem için, oldukça kötü bir durumdu.

Bir hafta içerisinde en fazla ne kadar ilerlemiş olabilirlerdi? Diğer şehirlerden bilgi gelmesi ne kadar sürerdi? Oraya çıkarılan ek birlikler vardı, ancak sadece on gemi düşünüldüğünde bile bir şehri ele geçirmeleri çok uzun sürmezdi. Ne kadar vaktim vardı?

Bir kaç saniye geçti geçmedi, toplantı odasının kapısı tıklandı ve içeriye nöbet tutan askerlerden bir tanesi girdi. Daha henüz bıyıkları terlemiş, sarı saçlarıyla orta boylarda bir oğlandı. Kaşlarım istemsizce çatıldı ve oğlanı süzmekten kendimi alamadım. Yeşil gözlere sahip, hafif yanık tenliydi. Oda Nöbetçileri'nin arasında durmaktansa eğitimde kılıç kuşanıyor olması gereken zamanları gibi duruyordu daha çok. Bu konu hakkında daha sonra Yifan ile konuşacaktım.

Bu düşüncelerden uzaklaşmaya çalışarak, askerin verdiği selamın ardından konuşmasını bekledim. Güzel bir haber için neler feda etmezdim şu anda, bilmiyordum. Beklemediğim bir anda, çok fazla şey üst üste binmişti. Bu kadar seri bir şekilde davranmaları bahanelerinin gerçek olduğunu düşündürtüyordu bana ancak Baekhyun'u düşündüğümde, anlattıklarını düşündüğümde, bu yalnızca bir bahaneydi işte.

''Sınıra komşu olan üç şehirden haberci ulaklar geldi, Kralım.''

Kalbim heyecanla attı ve hızla eğildiğim masadan doğruldum.

''Koridorun sonundaki küçük odayı açın, geliyorum.''

Masanın kenarına yaslamış olduğum altın işlemeli kına sahip olan kılıcımı alarak tekrardan belime takmak için nöbetçinin odadan çıkmasını bekledim ve o çıktıktan tam olarak üç dakika sonra arkama takılan generaller ile birlikte ulakların alındığı küçük odaya geçtim.

Odadaki sıcak havanın biraz olsun dağılabilmesi adına var olan bütün pencereler açılmış, perdeler sonuna kadar çekilmişti ve ortada toplanmış olan üç ulakla birlikte, alelacele hazırlanmış soğuk şaraplarla köşede hizmetçiler bekliyordu. Odaya sakin adımlarla girdim ve kalın mavi kumaşa sarılmış, altın işlemeleri yaldızları olan odadaki tek koltuğa rahatça oturdum. Beyaz bir ejderin dolanarak sapında bittiği, altın ve gümüşi işlemelerle kaplı olan kın yere değiyordu ve belime hafif bir baskı yapıyordu. Bu onların ilgisini birazcık çekti ancak çokta üzerinde durmadılar ve hemencecik eğildiler. Giymiş oldukları yeşil,mavi ve sarı togalar kesinlikle ulaklara yakışır türden togalar değildi ancak bu gerçekten acil bir durumdu bu yüzden hallerini çok fazla umursamadan kalkmalarını işaret ettim ve bu işaretle de aynı anda kızıl saçlı, saraya yakışır bir şekilde beyaz togaya sarılmış bir hizmetçi, gümüş bir tepside, bardağın çevresine buz parçaları kırılmış olan kırmızı bir şarap ikram etti ancak onu elimle kovaladım. Buzun sonradan eriyecek olması yazıktı ancak serin şarapla yapacağım keyif Baekhyun'nun narin ellerinin altında olacağım bir an içindi. Şuan daha önemli mevzular vardı.

''Sizleri dinliyorum.''

Sesim neredeyse yarı yarıya boş olan odada hafif bir yankı yaparak tekrardan bana dönerken ulaklar kendi aralarında bakıştılar ve yeşil togaya gelişi güzel girmiş olanı bir adım öne çıkarak tekrardan eğildi ve konuşmaya başladı. Kahve gözleri yere bakıyor ve sol eli sakalında geziniyordu.

άρρητη |Tarifsiz|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin